Bölgesel uçak üretmini ve hava aracı bakım (BOY)
pazarında bölgesel bir güç olmayı planlayan ülkemizde havaaracı ve
komponenet üretiminin sertifikasyonu konusu daha da önem kazanmaya başlamıştır.
Bilindiği gibi, ülkemizdeki havacılık faaliyetleri,
dünya havcılığının henüz başlangıç yılları olan 1910’lu yıllarda İstanbul
Yeşilköy’de başlamıştır. Cumhuriyetin ilanı, hatta TBMM’nin faaliyete
geçmesiyle birlikte, havacılıkta büyük organizasyonlara ve modernizasyona
gidilmiştir. Gerek uçak sayısı ve yolcu taşımacılığı gerekse uçak üretiminde
büyük gelişmeler kaydedilmiş, ayrıca bu dönem Avrupa’sında havacılık
faaliyetlerinin en yoğun olduğu ülkelerden birisi Türkiye olmuştur. Havacılık
ve havacılık sanayii bilincinin, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren
yerleştirilmeye çalışılması sayesinde ülkemizde havacılık, dünya
standartlarının da çok üzerinde bir gelişme göstererek
bugünkü seviyeye gelmiştir. Hava aracı bakım (BOY) pazarında
bölgesel bir güç olmayı hedefleyen ülkemizin bölgesel uçak
üretimini planlaması havacılık konusunda yetişmiş insan gücü ve
teknik alt yapı olarak gelinen noktanın iftihar edilecek düzeyde olduğunun bir
göstergesidir.
Uçak veya komponent üretiminin temel koşulu; tasarım
ve üretimi yapılan, modifikasyon uygulanan ve/veya hazır temin edilen hava
araçlarının “uçuşa elverişlilik” açısından ve bunların tasarım, üretim, bakım,
kullanım faaliyetlerini gerçekleştiren organizasyonlar ile bunları malzeme,
eğitim, doküman ve benzeri alanlarda destekleyen veya üreten organizasyonların
yeterlilik açısından denetlenmesi, değerlendirilmesi ve belgelendirilmesidir.
Bu nedenle de sivil ve askerî amaçla üretilecek hava
araçlarının ve komponetlerin “sertifikasyonu” için gerekli organizasyonların ve
yasal alt yapının oluşturulması önem taşımaktadır.
Sertifikasyon (Certification); Bağımsız bir
otorite tarafından, bir hava aracının ve/veya komponentinin ulusal
ve/veya uluslararası standartlara göre uçuşa elverişli olduğunun (Fitness for
Flight) ve uçuş emniyetinin sağlandığının belgelenmesi,
Uçuşa elverişlilik (Airworthiness); hava aracı
ve/veya komponentinin, uçuş ve yer ekibine, yolculara, üçüncü şahıslara
herhangi bir zarar vermeden ve tehlike oluşturmadan, emniyetli uçuş yapılması
için işletilebilmesi ve kullanılabilmesidir.
Türk havacılık tarihindeki önemli dönüm noktalarına
daha önceki “ Türkiye Bölgesel Uçak Üretebilir” başlıklı yazımda da
değinmiştim. Bunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
1630 Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçma denemesi, 1911
Türk Hava Kuvvetleri’nin kurulması, 1912 ilk Osmanlı uçaklarının
alınması, 1914 Türk uçaklarının İstanbul – Kahire seferi (2500 km.), 1925 ilk
Türk uçağı Vecihi ( K-VI)’nın tasarımı, imali ve uçuşu, 1925 Türk Hava Kurumu’nun
kuruluşu, 1926 Kayseri’de Junkers ile uçak fabrikasının kurulması
(TOMTAŞ), 1930 Vecihi (K-VIX)’ün imalatı ve Çekoslovakya’da
sertifikasyonu, 1932 Curtıss-Wright ile Kayseri’de üretim
anlaşması, 1933 Devlet Hava Yolları’nın(THY) kurulması, 1933 Vecihi (
K-XVI) metal gövdeli yolcu uçağı imalatı, 1937 Nuri Demirağ uçak fabrikasının
kuruluşu, 1948 Etimesgut uçak motor fabrikasının açılışı (THK), 1974 Türk Uçak
Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) kurulması, 1984 TAI Tusaş Havacılık ve Uzay Sanayi
A.Ş) ve TEİ (TUSAŞ Motor Sanayi)’nin kuruluşu, 2003 ilk Türk uydu
tasarımı yörüngeye yerleşimi (BİLTEN).
Yani, ülkemizde havacılık ve havacılık sanayi
faaliyetlerine, bu konuda ileri teknolojiye sahip ülkeler ile birlikte
başlanılmış olmasına rağmen, bugüne kadar kendi dizayn ettiğimiz ve
sertifikalandırdığımız bir uçağı üretememiş olmamız büyük eksikliktir.
Ülkemizde uçak üretimi amacıyla geçmişte, birçok
girişimde bulunulmuştur. Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi 1925 yılında
Eskişehir’de TOMTAŞ kurulmuş, ancak, 1928 yılında kapatılmıştır. Daha
sonra, Kayseri tesislerinde başlatılan Alman tasarımı uçak imal çalışmaları,
Amerikan ve İngiliz uçaklarına da yönelerek, üretim 2. Dünya Savaşı'na kadar
sürdürülmüştür. Fransa'daki eğitimini 1930'da tamamlayan Uçak Mühendisi Selahaddin
Reşit (ALAN) Bey'in tasarımını yaparak prototip üretimini 1932'de
gerçekleştirdiği MMW -1 uçağı üzerindeki çalışmalar ise, uçuş testleri
tamamlanamadan yarıda kesilmiştir.
Uçak üretimi için kamu eliyle yapılan girişimlerin
yanı sıra, özel sektör eliyle ilk girişim 1936 yılında, Nuri DEMİRAĞ/Selahaddin
ALAN önderliğinde gerçekleştirilmiştir. Milli tasarımların üretilmesinde
başarılı olunmasına rağmen, gerekli desteği bulamadığı için bu girişim de
sürdürülememiş ve faaliyetleri 1943'te tamamen durdurulmuştur.
1940 yılında Türk Hava Kurumu (THK)
tarafından Etimesgut’ta kurulan uçak fabrikasında İngiltere lisansı
altında üretilen uçakların yanı sıra milli tasarımlar da
gerçekleştirilmiş, bu fabrikada uçak motoru imali dahi yapılmıştır. Ünlü
Marshall Planı ile birlikte milli tasarım/ milli üretim çalışmaları
durdurulmuş, fabrika kereste fabrikasına dönüştürülmüştür. Sonrasında,
1970’lere kadar uçak üretimi konusunda Türkiye’de kayda değer hiçbir faaliyette
bulunulmamıştır.
1974 yılında TUSAŞ’ın kuruluşuyla ülkemizde uçak
üretimi konusunda tekrar girişimlerde bulunulmuştur. Daha sonra da
TAI ve TEI’nin kuruluşu ile Türkiye, tasarımı kendisine ait olmayan F-16
savaş uçaklarını imal etmiştir. TAI’de ve üniversitelerde bazı sivil uçak
tasarım çalışmaları yapılmış olmasına rağmen bu güne kadar uçak
üretilememiştir. Yani, ülkemizin sahip olduğu nitelikli iş gücü, bilgi birikimi
ve teknolojik altyapıya rağmen, bugüne kadar kendimizin dizayn ederek ve
sertifikalandırarak, uçurabildiğimiz bir uçağımız bulunmamaktadır. Türkiye, her
dönem belirli bir düzeyde tasarım ve üretim kabiliyetine sahip olmuş, ancak,
bunları gerçekleştirerek, sertifikalandırıp, dünya pazarına sunamamıştır.
Bu durumun oluşmasında ana nedenin, tasarım ve üretim kabiliyetimizin yetersizliğinden
çok dizayn edilen ve sonrasında üretilen bir uçağın sertifikalandırılmasındaki
yetersizliklerimiz olmuştur.
Türkiye bu gün de, bırakınız bir uçağın dizaynının ve
üretiminin sertifikalandırılmasını, sahip olduğu bilgi birikimine ve teknolojik
seviyesine rağmen bir koltuk kılıfını ya da yolcu uçaklarının tabanındaki
halıyı sertifikalandırabilecek bir organizasyona sahip değildir. Bugün,
Eskişehir, Ankara, Bursa ve İstanbul’da yapılan bazı imalatlar ülkemizce
sertifikalandırılmış imalatlar değildir.
Vecihi HÜRKUŞ’un aşağıdaki sözleri konunun önemini tüm
açıklığıyla göstermektedir.
(....)
“Bu ortaya koyduğum acı gerçekleri
daha kesin inanç temin için şu vesikaları ibret örnekleri olarak dikkatler
önüne dökmek lazımdır : Sene 1930, İstanbul Kadıköy’de bir keresteci dükkanını
kiralamış ve ikinci eserim ilk Türk sivil tayyaremi yapıyorum. Kadıköy’de
Sultan Mecit Kasrı civarı hali sahada VECİHİ 14 uçağımın tecrübelerini
yaptıktan sonra Ankara’ya uçuyorum. Ankara’da uçağım uçuştan men ediliyor.
Sebebi, Hava Müsteşarlığı Fen Şubesi elinde uçağı muayene edecek vasıta ve
imkan mevcut değilmiş! Keyfiyeti ve bu haksız kararı Genel Kurmay Reisi merhum
Mareşalımıza arz ediyorum ve hava fen şubesinin aczi karşısında münasip
görülecek herhangi bir Devlet teknik servisinde uçağımın muayenesine
müsaadelerini rica ediyorum. Bu ricam makul görülüyor ve müsaade ediliyor.
Uçarak geldiğim uçağımı Ankara’da sökerek bir vagona yerleştiriyorum ve
Ankara-Çekoslovakya yolunu uçağım tren üzerinde keserek Prag’a varıyorum.”
“Çek Hükümeti Nafıa Nezareti
Havacılık Dairesinden 5 mühendis uçağımı tetkike memur ediliyor. Bu komisyon
belki bir politik düşünce ile tayyarem üzerinde çok üstün hassasiyetle meşgul
oluyorlar. Aerodinamik, statik ve pratik milletlerarası formülleri tatbik ederek
uçağı kontrol ediyorlar ve tayyareme normal bir turizm lisansı veriyorlar. Bu
başarı pek iyi şekilde sonuçlanıyor ama, ben üzgünüm, çünkü Türk eserinin
teminatçısı Türk’ten gayrı bir millet oluyor. Ve nihayet trenle giden
uçağımla uçarak havadan yurduma dönüyorum.”
Bugün “sertifikasyon” konusunda 1930’lu yıllara göre
maalesef hiçbir gelişme sağlanamamıştır. Türkiye’nin havacılık endüstrisindeki
birikimini elinde tutabilmesi ve bundan milli fayda sağlayabilmesi için acil
olarak bir “sertifikasyon kurumuna” mutlaka sahip olması gerekir.
Türkiye’de, havaaracı üreticilerine artan miktarlarda
parça üretildiğini ve bölgesel uçak üretimi için çalışmaların
yürütüldüğünü biliyoruz. Askeri havacılık sertifikasyonu ile ilgili geçmişte
SHGM ile de gerekli koordinasyon sağlanarak bazı çalışmalar yürütülmüştü ancak,
bir sonuca varılamadığı gelinen noktada anlaşılmaktadır. Eğer Türkiye, kendi
ürettiği hava araçlarının ve komponentlerinin sertifikasyonunu yapamaz ise
havacılıktaki gelişmelerin önü bir gün tıkanacaktır.
Havaaracı üretiminin sertifikasyon işlemleri ülke
sivil havacılık otoritelerinin yanı sıra EASA ve FAA tarafından da yapılması
bir zorunluluktur. Kısa vadede havaaracı için değilse bile en azından komponent
ve aksesuarların sertifikasyonu için çalışmalara bir an önce başlanılmalıdır.
Zaten bu konu 2009 yılında yapılan 10. Ulaştırma Şurası sonuç bildirgesinde de
yer almıştır.
Bilindiği üzere sivil havaaracı ve komponentlerinin
sertifikasyon sorumluluğunun tamamen, ülkelerin milli sivil havacılık
otoritelerinde bulunması zorunludur. Ancak benim de uzun yıllar çalıştığım
SHGM’nin mevcut personel yapısı ve ücret politikalarıyla geçmişte olduğu gibi
bugün de bu sorumluluğu tek başına alarak yürütebilmesi mümkün değildir.
Zaten günümüzde kamunun kısıtlı kaynaklarıyla dünyanın hiçbir ülkesinde
havacılığın tüm hizmetlerinin kamu eliyle yürütülmesine imkan bulunmamaktadır.
Bu nedenledir ki sorumluluk kendisinde kalmak koşuluyla yetki devri, hizmet
satın alma ve taşeron kullanma son yıllarda tüm dünyadaki sivil havacılık
otoritelerinde her geçen gün artarak yaygınlaşmaktadır.
SHGM’de HEP ve USD Daire Başkanı olarak uzun süre
birlikte çalıştığımız şu an Sabiha Gökçen Havaalan’ının işleticisi HEAŞ’ta
Genel Müdür Yardımcısı olan Racih Tokaç’ın çok uzun süredir bu konu üzerinde
yaptığı kapsamlı çalışmalar sonucunda önerisi şudur: “SHGM’nin
koordinatörlüğünde, EASA ve FAA ile de gerekli işbirliğinin SHGM
tarafından sağlanarak, konuyla ilgili üniversitelerin, TAI, TEI,
HAVELSAN, SSM (Savunma Sanayii Müsteşarlığı), STM (Savunma Teknolojileri
Mühendislik ve Ticaret A.Ş), TSK ve HEAŞ’ın katılımı ile bir
“sertifikasyon kurumu”nun oluşturulması artık zorunlu hale gelmiştir. Bu
yapılanmanın çalışmalarını SSM tarafından Sabiha Gökçen Havaalanında
oluşturulmakta olan TEKNOPARK’ta yürütülmesinin faydalı olacağı ve bu
oluşumun sertifikalandırma yetkisinin ivedilikle hayata geçirilmesi ve
sürekliliğinin sağlanması konusunda çalışmalar yapmasının zorunlu olduğu
şeklindedir.”
Bu öneriye ben de katılıyorum. Umarım ki ülkemizde
uçak üretimi konusunun devletin üst kademelerinde de gündeme getirilip sıcak
bakıldığı ve desteklendiği bu süreç içinde yazımın başından beri önemini
izah etmeye çalıştığım sertifikasyon konusu da ilgili kurum ve
kuruluşlarca tartışılarak kurumsal bir yapı oluşturulmasına yönelik gerekli
çalışmalara daha fazla zaman geçirilmeden bir an önce başlanmış olunur.
Büyük Atatürk’ün “İstikbal Göklerdedir” veciz sözü ve
1936 yılnda Eskişehir Tayyare alanında yaptığı konuşmadaki;” Geleceğin en
kıymetli silahı da kuşkunuz olmasın uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız da
göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bize mesajlar
yollayacaktır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek
kalmayacaktır. Gelişen teknoloji bize daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen
görev ise, Batı’dan bu konuda daha fazla geri kalmamayı temindir.” şeklindeki
isabetli öngörüsü ile milletinin dikkatinin nereye, nasıl yoğunlaşması
konusunda gerekli yönlendirmeyi yapmış bir lidere sahip olmanın onuruyla
havacılıkta ulaşılan bu gurur verici noktada önümüze gelen yeni merhalenin
uçak–komponent üretimi ile sertifikalandırma konularını daha fazla vakit
geçirmeden başarmamız gerekiyor. Bunu başaracak nitelikli iş gücü ve teknik alt
yapıya sahibiz. Yeter ki sahip olunan imkanlar topyekün seferber edilsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder