7 Şubat 2013 Perşembe

ADİL KÜLTÜR (JUST CULTURE)- RAPOR YAZMA(MA) KÜLTÜRÜ



Bu haftaki yazıma, bir Karadeniz fıkrasıyla başlamak istiyorum. 

-Temel, bir gün çarşıda Dursun’la karşılaşır ve sorar: ‘Ne o Dursun, Fadime’ye düğün yapıyormuşsun. İnşallah beni davet etmeyi unutmamışsındır’. Dursun ; ‘Yok canım daha davetiyeleri göndermeye başlamadım. Neden sordun ki?” diye sorar. Temel cevap verir: ‘Hiiiç, davet edersen zaten gelemeyeceğim çünkü çok önemli işlerim var.  Ancak davet etmezsen öyle bir küseceğim ki mezara kadar seninle konuşmayacağım’.

22-23 Ekim 2010 tarihleri arasında TALPA tarafından düzenlenen Hava Hukuku Konferansı’na katılamadım. Çünkü, Sakarya Üniversitesi’ni kazanan yeğenim Pelin Erdağı’nın okulun son kayıt gününde kaydını yaptırmak için Sakarya’ya gitmem gerekiyordu. Aslında, herşeye rağmen tüm şartları zorlayarak konferansa katılabilmek için uğraştım ama olmadı. (Bahadır Altan kaptanın benim katılamamamın bir eksiklik olmadığını  yüksek sesle haykırdığını duyar gibiyim!) 

Konferans öncesi TALPA tarafından yapılan açıklamada, yer sorunu nedeniyle sadece davetlilerin konferansa katılabileceğinin açıklanması üzerine duyuruda da belirtildiği gibi defalarca TALPA’yı telefonla aradım.  Uzun uğraşlarım sonucunda bir muhatap bulup ismimi yazdırmama rağmen bana bir dönüş olmadı. Katılımcılar  için TALPA’nın web sitesinde bir katılım  formunun bulunmaması ve muhatap bulmam konusundaki sıkıntılardan, organizasyonda eksikliklerin olduğu anlaşılıyordu. Gel de şimdi “yaşasın büyük devletim” diye bağırma... Bir an için, “Biz SHGM’nin o kısıtlı imkanlarıyla bu tür konferansları veya  toplantıları daha mı iyi organize ediyorduk?” diye düşünmeden edemedim. 

Türk sivil havacılığı  hakkında yazan, çizen, konuşan,  öven,  eleştiren hatta hakarete varan sözlerle yeren, konferans veya sempozyum düzenleyen, akademi kuran  herkesin Türk sivil havacılık tarihindeki önemli dönüm noktalarını çok iyi bilmesi lazım.

Bilindiği gibi Türkiye , 1944 yılında imzaya açılan Şikago Konvansiyonu’na 1945 yılında  taraf olup, bu Konvansiyon gereğince kurulan ve uluslar arası sivil havacılığın evrensel kurallarını belirleyen, Birleşmiş Milletler’in bir alt kuruluşu gibi görev yapan , Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü ICAO’nun da kurucu üyesidir. Bu nedenle de ICAO tarafından yayımlanan 18 ayrı konudaki Ek’i (Annex) ülkemiz de, eksiksiz olarak uygulamak zorundadır. 

Bu çerçevede, 1995 yılında yapılan 31’inci ICAO Genel Kurulu’nda kabul edilen “ ICAO Küresel Emniyet Gözetim Denetim Programı “ (ICAO Universal Safety Oversight Audit Program-IUSOAP) çerçevesinde ICAO tarafından yayımlanan başlangıçta Ek-1 (Personel Lisansları), Ek- 6 (Uçuş Operasyon), Ek-8- (Uçuşa Elverişlilik), Ek-11 (Hava Trafik Hizmetleri), Ek-13 (Kaza Kırım), Ek-14 (Hava Alanları), Ek-17 (Güvenlik)  konularındaki uygulamaların, milli uygulamalarla veya milli yaptırımlarla uyumluluğunu denetlemek  ve varsa farklılıklarının tespit edilerek giderilmesini sağlamak amacıyla ICAO tarafından başlatılan ve tüm üye  ülkelere küresel, düzenli, zorunlu ve sistematik bir şekilde uygulanan denetimler ICAO’nun uluslararası niteliklere sahip uzmanları tarafından ülkemizde de yapılmaktadır.

Geçen her gün kapsamı genişletilerek yapılan bu denetimlerin sonuçları, tüm üye ülkelere açıktır.

İftiharla belirtmek isterim ki, son olarak  2007 yılında yapılan  bu denetimlerden başta SHGM olmak üzere ülkemiz havacılık sektörü  büyük bir başarıyla  geçmiştir ve ülkemizdeki havacılık faaliyetlerinin uluslararası standartlarda yürütüldüğü tescil edilmiştir.

Yine 1956 yılında kurulan ve Türkiye’nin de kurucu üyesi bulunduğu, temel amacı Avrupa coğrafyasına dahil ülkelerdeki sivil havacılık faaliyetlerinin standartlarını belirlemek olan ve ICAO’nun bölgesel örgütü olarak faaliyetlerini sürdüren Avrupa Sivil Havacılık Konferansı (ECAC) tarafından belirlenen tüm standartlar, AB üyesi ülkelerle birlikte ülkemizde de eksiksiz olarak uygulanmaktadır.  Bu nedenle de her platformda, Türkiye’de AB müktesebatına en uygun sektörün havacılık sektörü olduğu belirtilmektedir.

1989 yılında Avrupa Seyrüsefer Emniyeti Teşkilatı”na  (EUROCONTROL) üye olarak ülkemizdeki seyrüsefer hizmetlerinin emniyeti en üst seviyeye çıkarılarak AB üyesi ülkelerle aynı standartlarda, eksiksiz olarak uygulanmaya başlanmıştır.

1996 yılında aday,  2001 yılında tam üye olduğumuz Ortak Havacılık Otoritesi (JAA) üyelik dönemimizde JAA tarafından üye ülkelere uygulanan Operasyon (OPS), Bakım (MAST) ve Lisanslandırma (FCL) denetimleri sonucunda gerek SHGM gerekse havacılık sektörümüzün faaliyetlerinin AB standartlarında olduğu defalarca teyit edilmiştir. 

Bu kapsamda başta bakım olmak üzere, pilot lisansları ve sağlık sertifikaları konusunda karşılıklı tanıma hakkı kazanılmıştır. Özellikle AB üyesi 27 ülkeden sadece 11’inin sahip olduğu bakım konusundaki karşılıklı tanıma yetkisinin Türk sivil havacılığına ve Türk ekonomisine katkısı tartışılmaz bir gerçektir. 

Bilindiği gibi daha sonra JAA’nın yerine EASA kurulmuş olup EASA’ya üye olabilmenin olmazsa olmaz koşulu AB’ye üye olmak olduğu için ve diğer çeşitli siyasi nedenlerle Türkiye, EASA’ya tam üye olamamakla birlikte JAA dönemindeki tüm kazanımları korunmuştur.

Tüm ICAO ve EASA denetimlerinde ve ayrıca dünyada mevcut 3 bin 500 havayolundan sadece   209’unun,  Türkiye’de ise faaliyet gösteren 17 işletmeden 10’unun  sahip olduğu (IATA Operational Safety Audit) IOSA Emniyet Belgesi denetimlerinde; sivil havacılık konusundaki yasal alt yapımızın ve olması gereken sistemimizi havacılıkta  gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ICAO, ECAC/ EASA standartlarına uygun olduğu defalarca teyit edilmiştir. Bu nedenle, dünyada ve uluslararası sivil havacılık kuruluşlarında saygın bir yeri olan ülkemiz havacılığına, yedinci sınıf ülke havacılığı muamelesi yapılmasını kabul etmemi, bu konuda taraf olan birisi olarak kimse benden beklememelidir. 

Tekrar TALPA’nın konferansına dönecek olursak; ortada serseri mayın gibi dolaşarak ne zaman, nerede, kimin topuğunu koparacağı belli olmayan kara mayınları, yani  “çakma uzmanlar” (onlar kendilerini havacılığın “google’ları” sanarlar) saymazsak, tek bir tane bile hava hukukçusu olmayan ülkemizde havacılık hukuk alt yapısının oluşturulmasına katkısı olan herkesi saygıyla selamlıyorum.

2920 sayılı Kanun, SHY-13 Yönetmeliği ve Teknik Denetleme Yönetmeliği’nin 18’inci maddesiyle ICAO standartlarına uygun olarak yasal alt yapısı oluşturulan, kazaların soruşturulması konusunda ABD veya bazı AB üyesi ülkelerindekine benzer daha bağımsız bir Kaza Kırım Heyeti oluşturulmasını en çok SHGM istemektedir. SHGM’nin bu konudaki girişimleri defalarca siyasi otoritenin gündemine taşınmış ancak sonuçlandırılamamıştır. Bu konudaki çalışmaların devam ettiğinden eminim.

Rapor  yazma konusunda ise henüz kendisiyle tanışma fırsatı bulamadığım Sayın Cengiz Türkoğlu’nun, kaptan pilot Engin Aksüt aracılığıyla gündeme getirerek tüm tarafları bu konuda sarsmaya çalışmasını yürekten destekliyorum. 

Ancak bu konudaki tarafları yakinen bilen ve tanıyan birisi olarak Türkiye’de rapor yazma sorumluluğu olanların sorumsuzluğuna rağmen,  emniyet  kültürü ve gönüllü rapor yazma sisteminin oluşturulmasının başarıldığını açık yüreklilikle söyleyebilirim.

Bu konuda gerek SHGM tarafından başta SHY-65.02 , SHY-145 ve SHY-6A yönetmelikleri ile yapılan düzenlemeler gerekse havacılık işletmeleri tarafından yapılan çeşitli düzenlemelerle yasal alt yapının ve raporların incelenip soruşturulması ve önlemlerin alınması için gerekli komisyonların oluşturulduğunu  herkes biliyor. 

Sorun, rapor yazma sorumluluğu olduğu halde bu sorumluluğunu yerine getirmeyenlerden kaynaklanmaktadır. Rapor yazması gerekenler ya imtina etmekte ya bilinçli olarak rapor yazmamakta ya da kendisini koruma içgüdüsüyle yalan rapor yazmaktadırlar. Gönüllü rapor yazması gerekenlerin ceza alacakları veya işlerini kaybedecekleri gerekçesiyle rapor yazamadıkları veya kuralları ihlal etmek zorunda kaldıkları, hatta uçuş görev sürelerini aştıkları yalanını ve safsatasını herkes külahıma anlatsın. Şayet bu gerekçeler doğru olsaydı bizim SHGM’de bir gün dahi görev yapmamamız gerekirdi. Daha bir kaç hafta önce yurt dışında yaşadığı bir olayı önce rapor etmeyen, olay ortaya çıktıktan sonra da yalan rapor yazarak çalıştığı şirketin başını belaya sokan bir personelin en yakın şahidi benim.

Emniyet kültürü ve gönüllü rapor yazma kültürü yerine, kuralsızlığı kural haline getirerek, herkesin bir üstünün bilgisi dahilinde kuralları zorlayarak hatta kural dışı işler yaparak, bunu da çalıştığı şirketin al-i menfaatleri için yaptığına herkesi inandırarak yerini sağlamlaştırmak için elinde tehdit unsuru olarak tutması kültürü ve bu konuda oluşturulan sektör, maalesef ki havacılık sektörünün çok önüne geçmiştir. Bu sektörü oluşturarak bundan beslenenlerin,  hep bir ağızdan “her türlü kötülüğün anası, Ankara’daki SHGM yuvası” marşını mehter marşı eşliğinde söyleyerek kamuoyu oluşturmaları hatta bu konuda İzmir marşı eşliğinde de kendilerine taraftar bulmaları ülkemize ait nev-i şahsına münhasır bir havacılık kültürüdür. Bu kültüre  ivedi olarak son verilmelidir.

Sorunun çözümünde başta meslek örgütleri olmak üzere endüstrinin; bizzat operasyonu yürütenler, teknik ekip ve beraberinde yöneticiler bazında, “neden-sonuç” algılaması oluşturulmasına yönelik hizmet içi eğitime ağırlık vermesi büyük önem taşımaktadır. Neticede emniyet kültürü ve gönüllü rapor yazma sisteminin iradi olmaktan çıkarılıp topyekun gereklilik şuuru haline getirilmesi zaruridir.

Türk Sivil Havacılık otoritesinden; sektörde çalışan pilotundan teknisyenine, yer işletme başkanından dispeçine, teknik müdüründen ticaret müdürüne hatta şoföründen işçisine  kadar sektörde çalışan herkesin başına bu personelin işini bilinen kurallara uygun olarak yapması için yılın 365 günü ve günün 24 saati SHGM’den birer personel dikilmesi gerektiği şeklindeki kabul edilemez  beklentinin çok yüksek olduğunu şahsen çok iyi bildiğim ve şekil “a” da da göründüğü üzere bu konuda en yüksek bedeli ödeyen birisi olduğum için, bu konuda şimdilik susma hakkımı  kullanıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder