Ogün ŞANLI
Bazı sözcükler vardır ki zaman zaman dillere pelesenk
olur. Farkında mısınız bilmiyorum ama son zamanlarda tüm yazılı ve görsel
medyada, insanların çoğunluğunun dillerine pelesenk olan sözcük ‘korku’… Kim,
kimden, neden korkuyor? Tam anlamış değilim ama, bir gerçek var ki ‘korku’
sözcüğü geçen her gün sürdürülebilir bir büyümeyle tüm ülkeyi sarmaya başladı.
Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında
gazeteciler başta Ortadoğu’daki son gelişmeler, PKK terörü vb olmak üzere ülke
sorunlarını tartışıyor. Gazeteci Can Ataklı her zamanki onurlu ve dürüst
davranışıyla gazetecilik etik kuralları içerisinde kalarak ve büyük bir
saygıyla görüşlerini ortaya koyarken yaratılan baskı ve korku ortamı nedeniyle
ülke sorunlarının yeterince tartışılamadığından yakınıyor. Moderatör hemen
soruyor ‘ Peki siz de korkuyor musunuz?’ Can Ataklı cevap veriyor ‘Tabi ki
korkuyorum korkmayanların Silivri’den cenazesi geliyor’.
Bir başka gün, başka bir televizyon kanalı ve başka
bir programda hukukçular içlerinden bazılarının deyimiyle ülkemizde olmayan
hukuku tartışıyor. Demokrat Yargı Derneği Eş Başkanı Hakim Orhan Gazi Ertekin
özetle diyor ki ‘ Yargı eskiden Kemalistlerin ulusalcıların elindeydi. Hükümet
onların elinden bu gücü aldı, Fetullahçılara teslim etti. Ülkemizde bağımsız
bir yargıdan söz etmek mümkün değil. Yargıda hiçbir şey dünden daha iyi
değildir.’
Programı yöneten Ahmet Hakan hemen soruyor ‘Peki siz
bunları söylerken korkmuyor musunuz?’ Orhan Gazi bey cevap veriyor, ‘ Tabiki
korkuyorum. Zaten korktuğum için bunları söylüyorum.’ Katılımcılardan birisi de
hemen söze karışıyor ve diyor ki ‘ Korktuğumuz için örgütlenmeye başladık,
korktuğumuz için bu yola çıktık’
Yine başka bir gün başka bir programda değerli
gazeteci Can Dündar diyor ki ‘ 12 Eylül döneminde neleri yazmamızın yasak
olduğunun listesi hazır olarak gelip panoya asıldığı için sanki işimiz daha
kolaydı. Şimdi neyi yazmamamız gerektiğine kendimiz karar verdiğimiz için ya
patronumuzun başını belaya sokarsak ya kendi başımızı belaya sokarsak diye
korkudan hep yüreğimiz ağzımızda’
Bir başka televizyon programı Balçiçek Pamir soruyor ‘
Muhteşem Yüzyıl mahkemeye havale edildi bu konuda ne söylemek istersiniz?’ Anlı
şanlı edebiyatçılarımızdan birisi cevap veriyor ‘Ben o konuda yorum yapmayayım’
Son zamanlarda bu ve buna benzer yüzlerce televizyon
programında
-‘Korkmuyor musunuz?
-Peki sen korkmuyor musun?
-Korkuyorum
-Ben Allah’tan başka hiç kimseden korkmam!
-Yemin et korkmadığına… İş adamları korkuyor, sendikalar korkuyor, gazeteciler korkuyor, korkusuzca yazıyor, korkusuzca konuşuyor, ülkenin bölüneceğinden korkuyorum, yaşam tarzımın değişeceğinden korkuyorum vb’ sözcüklerini duymaya başladık. Gerçekten de bir çoğumuz bu durumu önemsemeyebiliriz ancak itiraf etmek zorundayımki dikkate değer bir durumla karşı karşıyayız. Korkan korkana.
-Peki sen korkmuyor musun?
-Korkuyorum
-Ben Allah’tan başka hiç kimseden korkmam!
-Yemin et korkmadığına… İş adamları korkuyor, sendikalar korkuyor, gazeteciler korkuyor, korkusuzca yazıyor, korkusuzca konuşuyor, ülkenin bölüneceğinden korkuyorum, yaşam tarzımın değişeceğinden korkuyorum vb’ sözcüklerini duymaya başladık. Gerçekten de bir çoğumuz bu durumu önemsemeyebiliriz ancak itiraf etmek zorundayımki dikkate değer bir durumla karşı karşıyayız. Korkan korkana.
Geçmişte korku imparatorluğu kurularak yönetilmeye
çalışılan başta eski Sovyetler Birliği ve benzer rejimlerle yönetilen ülkeler
ve diktatörlükle yönetilen bazı Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde yaratılan bu
korkunun vatandaşlar üzerinde yarattığı travmaların bir kısmına ben de şahit
oldum. Korku rejimleri ortadan kalktıktan sonra orada yaşayan halkın nasıl bir
davranış bozukluğu sergilediğini, yaşam tarzını, yaratılan bu korku rejimine
göre nasıl dizayn ettiğini, bu ülkelere yaptığım seyahatlerde yakinen
gözlemleme fırsatım oldu.
En çok dikkatimi çeken, restoranlarda kimin kiminle
yemek yediği ve ne konuştuğu bilinmesin diye küçük küçük odalardan oluşan
restoranlar yapılmasıydı. İnsanların birisiyle konuşmadan önce, önce dönüp arkasına
sonra sağına sonra soluna ve daha sonra da etrafını iyice kolaçan ederek ve çok
kısık bir ses tonuyla ürkerek konuşması, tabi o zamanlar cep telefonu ve diğer
sosyal medya haberleşmeleri olmadığı için ev ve iş telefonlarıyla konuşurken
uydurdukları şifreler, oturdukları evin içerisinde yaptıkları konuşmalar,
sağdan soldan duyulmasın diye duvarların bir şekilde içerden halılarla veya
kağıtlarla kaplanması ve içerinin rahat gözükmemesi için kullanılan koyu
perdeler vb olmuştu.
1990’lı yıllarda Bakü’ye sık sık gitme şansım olmuştu.
Azad diye bir arkadaşım vardı. O anlatmıştı. Diyordu ki; ‘ Biz yaklaşık 70 yıl
Sovyet baskı rejimi altında korku ve yalanlarla birlikte yaşadık. Her gün
devlet televizyonu ve Pravda gazetesinin yaptığı propagandalarla büyüdük ve
buna karşılık da kendi savunma mekanizmalarımızı geliştirdik. Gözümüzle
gördüğümüz herhangi bir olayda bile onların söylediğine ve yazdığına inanmak
zorunda kaldık. Bu nedenle toplum dejenere oldu. Türk kardeşlerimizin bizleri
çok merak ettiğini biliyoruz. Ancak inşallah fazla hayal kırıklığı yaşamazlar.
Biz ancak 3-4 kuşak sonra kendimize geliriz.”
Yine aynı yıllarda bir arkadaşımla birlikte İran’ın
başkenti Tahran’a gitmiştik. Çocuk oyuncakları satan bir mağazaya girip bir
şeyler bakıyorduk. Yanımdaki arkadaşım daha önce de aynı mağazaya gittiği için
fiyatlar konusunda bir fikir sahibiydi. Beğendiği oyuncağın fiyatını pahalı
bularak ‘Geçen geldiğimde daha ucuzdu’ dedi. Çalışan arkadaş ‘evet haklısınız,
son zamanlarda enflasyon oldu’. dedi. Ben de gayri ihtiyari olarak ‘Petrol
üreten ülkede enflasyon mu olurmuş? Bak bizde petrol yok yine de sizin kadar
enflasyon olmuyor’ dedim. Sonra fark ettim ki İranlı arkadaş bana bir şeyler
söylemek istiyor ama çekiniyor söyleyemiyor. Ortalık biraz tenhalaştıktan sonra
yanıma yaklaşarak ürkek bir halde kulağıma Türkçe olarak ‘Sizde petrol yok ama
siz de Humeyni de yok’ diye fısıldadı. Bu cümleyi söylemek için bile ne
sıkıntılar yaşadığını görünce hakikaten çok üzülmüştüm.
Bizdeki duruma tekrar geri dönecek olursak gerçekten
de durum biraz abartılıyor mu? Yoksa acı çekmeyi seven bir millet olarak
iktidardan memnuniyetimizi ahlarla vahlarla ifade ederek mi mutlu oluyoruz.
Anlamak zor. Oyuncu Halil Ergün’ün hem mevcut iktidara oy verip hem de
herkesten çok ah vah çekmesi bunun en iyi örneğidir. Binlerce gazeteci, iş
adamı, akademisyeninde aynı durumda olduğunu ve ahlarıyla vahlarıyla yeri göğü
inlettiklerini hepimiz biliyoruz. Allah şifa ve uzun ömür versin Müslüm
Gürses’i dinlerken bile kendisini jiletleyen bir grubun da bu ülkede yaşadığını
unutmamak lazım. Tamer Karadağlı’nın da son açıklamasından anlaşıldığı üzere
artık yavaş yavaş çözülmeler başladı. Önceleri utana sıkıla bu iktidara oy
verdiğini söyleyenler artık göğsünü gere gere bu iktidara oy verdiğini söylemeye
başladılar. İçimizdeki bazı vatan kurtaran şabanlar da açık açık bu iktidara oy
verdiğini söylemese de sayın Başbakan’ın belediye başkanı olduğu dönemde onun
hakkında en çok haberi onların yaptığı için Başbakan’ın önünün açıldığını ve bu
günlere geldiğini her fırsatta vurguluyorlar.Hatta Sayın Başbakan hakkında
geçmişte yazdıkları makaleleri televizyon kanallarında göstermeye başlayanların
sayısı bayağı arttı. Bu gelişmelerin sevindirici olduğunu söyleyebiliriz. Başka
türlü her iki kişiden birisinin oyunu alan bu iktidara kimin oy verdiği
konusunda gerçekten de önemli sorunlar yaşanmaktaydı. Örneğin yirmi kişilik bir
grupta ‘ Kim bu iktidara oy verdi’ diye sorduğunuzda herkes bu iktidara oy
vermediğine herşeyinin üzerine yemin ettiği için bu gariban kardeşiniz daha
sözüne başlamadan önce ‘Bu iktidara oy vermiş bir arkadaşınız olarak’ diye söze
başlamak zorunda kalıyordu. Allah günah yazmaz inşallah.
Bugün 50’li yaşlarda olan birisi bile bu ülkede üç ana
ve en az beş ara askeri darbe görmüş geçirmiş, zindanlarda sürünmüş, işkence
görmüş, yine de dik durabilmiş. Allah için, biz Türklere bir çok şey
söylenebilir ancak korkak bir millet olduğumuz söylenemez. Bugüne kadar
söyleyeni de duymadım.
Bütün bunlara ve korkusunu da sevincini de ahlarla
vahlarla yaşamayı seven bir millet olmamıza rağmen gerçekten de bir problemin
de var olduğu bir vaka. Bu problem nedir diye sorduğunuzda tam cevap
alamayabilirsiniz de. Ancak korkunun gerekçesi her ne olursa olsun bu problemin
mutlaka ve en kısa süre içerisinde ortadan kaldırılması gerekir. Başka türlü
bizde de insanların hem yürüyüşleri değişmeye hem de ruh sağlıkları bozulmaya
başladı.
İktidarın elinde büyük imkanların olduğunu biliyoruz.
Gerekirse çeşitli araştırmalar ve anketler yaptırarak bir durum tespitinin
yapılarak gerçekten korkulacak bir şeyler varsa bunun ortadan kaldırılması
yoksa da halkın ikna edilmesi şart.
Sonuç olarak ben dünya tarihinde
hiçbir iktidarın korkuların gölgesinde iktidarını sürdüremediğini bu iktidarın
da çok iyi bildiğinden eminim. Bizim de atasözümüzde de ifade edildiği gibi
‘Korkan göze çöp batarmış’ gerçeğini gözden uzak tutmamamızda fayda var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder