20 Haziran 2013 Perşembe

YEMİN ET KORKMADIĞINA

Ogün ŞANLI

Bazı sözcükler vardır ki zaman zaman dillere pelesenk olur. Farkında mısınız bilmiyorum ama son zamanlarda tüm yazılı ve görsel medyada, insanların çoğunluğunun dillerine pelesenk olan sözcük ‘korku’… Kim, kimden, neden korkuyor? Tam anlamış değilim ama, bir gerçek var ki ‘korku’ sözcüğü geçen her gün sürdürülebilir bir büyümeyle tüm ülkeyi sarmaya başladı.
Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında gazeteciler başta Ortadoğu’daki son gelişmeler, PKK terörü vb olmak üzere ülke sorunlarını tartışıyor. Gazeteci Can Ataklı her zamanki onurlu ve dürüst davranışıyla gazetecilik etik kuralları içerisinde kalarak ve büyük bir saygıyla görüşlerini ortaya koyarken yaratılan baskı ve korku ortamı nedeniyle ülke sorunlarının yeterince tartışılamadığından yakınıyor. Moderatör hemen soruyor ‘ Peki siz de korkuyor musunuz?’ Can Ataklı cevap veriyor ‘Tabi ki korkuyorum korkmayanların Silivri’den cenazesi geliyor’.
Bir başka gün, başka bir televizyon kanalı ve başka bir programda hukukçular içlerinden bazılarının deyimiyle ülkemizde olmayan hukuku tartışıyor. Demokrat Yargı Derneği Eş Başkanı Hakim Orhan Gazi Ertekin özetle diyor ki ‘ Yargı eskiden Kemalistlerin ulusalcıların elindeydi. Hükümet onların elinden bu gücü aldı, Fetullahçılara teslim etti. Ülkemizde bağımsız bir yargıdan söz etmek mümkün değil. Yargıda hiçbir şey dünden daha iyi değildir.’
Programı yöneten Ahmet Hakan hemen soruyor ‘Peki siz bunları söylerken korkmuyor musunuz?’ Orhan Gazi bey cevap veriyor, ‘ Tabiki korkuyorum. Zaten korktuğum için bunları söylüyorum.’ Katılımcılardan birisi de hemen söze karışıyor ve diyor ki ‘ Korktuğumuz için örgütlenmeye başladık, korktuğumuz için bu yola çıktık’
Yine başka bir gün başka bir programda değerli gazeteci Can Dündar diyor ki ‘ 12 Eylül döneminde neleri yazmamızın yasak olduğunun listesi hazır olarak gelip panoya asıldığı için sanki işimiz daha kolaydı. Şimdi neyi yazmamamız gerektiğine kendimiz karar verdiğimiz için ya patronumuzun başını belaya sokarsak ya kendi başımızı belaya sokarsak diye korkudan hep yüreğimiz ağzımızda’
Bir başka televizyon programı Balçiçek Pamir soruyor ‘ Muhteşem Yüzyıl mahkemeye havale edildi bu konuda ne söylemek istersiniz?’ Anlı şanlı edebiyatçılarımızdan birisi cevap veriyor ‘Ben o konuda yorum yapmayayım’
Son zamanlarda bu ve buna benzer yüzlerce televizyon programında
-‘Korkmuyor musunuz?
-Peki sen korkmuyor musun?
-Korkuyorum
-Ben Allah’tan başka hiç kimseden korkmam!
-Yemin et korkmadığına… İş adamları korkuyor, sendikalar korkuyor, gazeteciler korkuyor, korkusuzca yazıyor, korkusuzca konuşuyor, ülkenin bölüneceğinden korkuyorum, yaşam tarzımın değişeceğinden korkuyorum vb’ sözcüklerini duymaya başladık. Gerçekten de bir çoğumuz bu durumu önemsemeyebiliriz ancak itiraf etmek zorundayımki dikkate değer bir durumla karşı karşıyayız. Korkan korkana.
Geçmişte korku imparatorluğu kurularak yönetilmeye çalışılan başta eski Sovyetler Birliği ve benzer rejimlerle yönetilen ülkeler ve diktatörlükle yönetilen bazı Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde yaratılan bu korkunun vatandaşlar üzerinde yarattığı travmaların bir kısmına ben de şahit oldum. Korku rejimleri ortadan kalktıktan sonra orada yaşayan halkın nasıl bir davranış bozukluğu sergilediğini, yaşam tarzını, yaratılan bu korku rejimine göre nasıl dizayn ettiğini, bu ülkelere yaptığım seyahatlerde yakinen gözlemleme fırsatım oldu.
En çok dikkatimi çeken, restoranlarda kimin kiminle yemek yediği ve ne konuştuğu bilinmesin diye küçük küçük odalardan oluşan restoranlar yapılmasıydı. İnsanların birisiyle konuşmadan önce, önce dönüp arkasına sonra sağına sonra soluna ve daha sonra da etrafını iyice kolaçan ederek ve çok kısık bir ses tonuyla ürkerek konuşması, tabi o zamanlar cep telefonu ve diğer sosyal medya haberleşmeleri olmadığı için ev ve iş telefonlarıyla konuşurken uydurdukları şifreler, oturdukları evin içerisinde yaptıkları konuşmalar, sağdan soldan duyulmasın diye duvarların bir şekilde içerden halılarla veya kağıtlarla kaplanması ve içerinin rahat gözükmemesi için kullanılan koyu perdeler vb olmuştu.
1990’lı yıllarda Bakü’ye sık sık gitme şansım olmuştu. Azad diye bir arkadaşım vardı. O anlatmıştı. Diyordu ki; ‘ Biz yaklaşık 70 yıl Sovyet baskı rejimi altında korku ve yalanlarla birlikte yaşadık. Her gün devlet televizyonu ve Pravda gazetesinin yaptığı propagandalarla büyüdük ve buna karşılık da kendi savunma mekanizmalarımızı geliştirdik. Gözümüzle gördüğümüz herhangi bir olayda bile onların söylediğine ve yazdığına inanmak zorunda kaldık. Bu nedenle toplum dejenere oldu. Türk kardeşlerimizin bizleri çok merak ettiğini biliyoruz. Ancak inşallah fazla hayal kırıklığı yaşamazlar. Biz ancak 3-4 kuşak sonra kendimize geliriz.”
Yine aynı yıllarda bir arkadaşımla birlikte İran’ın başkenti Tahran’a gitmiştik. Çocuk oyuncakları satan bir mağazaya girip bir şeyler bakıyorduk. Yanımdaki arkadaşım daha önce de aynı mağazaya gittiği için fiyatlar konusunda bir fikir sahibiydi. Beğendiği oyuncağın fiyatını pahalı bularak ‘Geçen geldiğimde daha ucuzdu’ dedi. Çalışan arkadaş ‘evet haklısınız, son zamanlarda enflasyon oldu’. dedi. Ben de gayri ihtiyari olarak ‘Petrol üreten ülkede enflasyon mu olurmuş? Bak bizde petrol yok yine de sizin kadar enflasyon olmuyor’ dedim. Sonra fark ettim ki İranlı arkadaş bana bir şeyler söylemek istiyor ama çekiniyor söyleyemiyor. Ortalık biraz tenhalaştıktan sonra yanıma yaklaşarak ürkek bir halde kulağıma Türkçe olarak ‘Sizde petrol yok ama siz de Humeyni de yok’ diye fısıldadı. Bu cümleyi söylemek için bile ne sıkıntılar yaşadığını görünce hakikaten çok üzülmüştüm.
Bizdeki duruma tekrar geri dönecek olursak gerçekten de durum biraz abartılıyor mu? Yoksa acı çekmeyi seven bir millet olarak iktidardan memnuniyetimizi ahlarla vahlarla ifade ederek mi mutlu oluyoruz. Anlamak zor. Oyuncu Halil Ergün’ün hem mevcut iktidara oy verip hem de herkesten çok ah vah çekmesi bunun en iyi örneğidir. Binlerce gazeteci, iş adamı, akademisyeninde aynı durumda olduğunu ve ahlarıyla vahlarıyla yeri göğü inlettiklerini hepimiz biliyoruz. Allah şifa ve uzun ömür versin Müslüm Gürses’i dinlerken bile kendisini jiletleyen bir grubun da bu ülkede yaşadığını unutmamak lazım. Tamer Karadağlı’nın da son açıklamasından anlaşıldığı üzere artık yavaş yavaş çözülmeler başladı. Önceleri utana sıkıla bu iktidara oy verdiğini söyleyenler artık göğsünü gere gere bu iktidara oy verdiğini söylemeye başladılar. İçimizdeki bazı vatan kurtaran şabanlar da açık açık bu iktidara oy verdiğini söylemese de sayın Başbakan’ın belediye başkanı olduğu dönemde onun hakkında en çok haberi onların yaptığı için Başbakan’ın önünün açıldığını ve bu günlere geldiğini her fırsatta vurguluyorlar.Hatta Sayın Başbakan hakkında geçmişte yazdıkları makaleleri televizyon kanallarında göstermeye başlayanların sayısı bayağı arttı. Bu gelişmelerin sevindirici olduğunu söyleyebiliriz. Başka türlü her iki kişiden birisinin oyunu alan bu iktidara kimin oy verdiği konusunda gerçekten de önemli sorunlar yaşanmaktaydı. Örneğin yirmi kişilik bir grupta ‘ Kim bu iktidara oy verdi’ diye sorduğunuzda herkes bu iktidara oy vermediğine herşeyinin üzerine yemin ettiği için bu gariban kardeşiniz daha sözüne başlamadan önce ‘Bu iktidara oy vermiş bir arkadaşınız olarak’ diye söze başlamak zorunda kalıyordu. Allah günah yazmaz inşallah.
Bugün 50’li yaşlarda olan birisi bile bu ülkede üç ana ve en az beş ara askeri darbe görmüş geçirmiş, zindanlarda sürünmüş, işkence görmüş, yine de dik durabilmiş. Allah için, biz Türklere bir çok şey söylenebilir ancak korkak bir millet olduğumuz söylenemez. Bugüne kadar söyleyeni de duymadım.
Bütün bunlara ve korkusunu da sevincini de ahlarla vahlarla yaşamayı seven bir millet olmamıza rağmen gerçekten de bir problemin de var olduğu bir vaka. Bu problem nedir diye sorduğunuzda tam cevap alamayabilirsiniz de. Ancak korkunun gerekçesi her ne olursa olsun bu problemin mutlaka ve en kısa süre içerisinde ortadan kaldırılması gerekir. Başka türlü bizde de insanların hem yürüyüşleri değişmeye hem de ruh sağlıkları bozulmaya başladı.
İktidarın elinde büyük imkanların olduğunu biliyoruz. Gerekirse çeşitli araştırmalar ve anketler yaptırarak bir durum tespitinin yapılarak gerçekten korkulacak bir şeyler varsa bunun ortadan kaldırılması yoksa da halkın ikna edilmesi şart.

Sonuç olarak ben dünya tarihinde hiçbir iktidarın korkuların gölgesinde iktidarını sürdüremediğini bu iktidarın da çok iyi bildiğinden eminim. Bizim de atasözümüzde de ifade edildiği gibi ‘Korkan göze çöp batarmış’ gerçeğini gözden uzak tutmamamızda fayda var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder