20 Haziran 2013 Perşembe

BALGANLAR NE DEMEKTİR?

Ogün ŞANLI

Radyo ve renksiz televizyonun ülkemizde çok yoğun bir şekilde kullanılmaya başlandığı 1970’li yıllarda gerek radyodan gerekse televizyondan verilen hava durumu raporlarında spikerler tarafından Balkanlar kelimesi aynen şimdi olduğu gibi o kadar sık kullanılıyordu ki hemen hemen tüm hava durumu raporları Balkanlarla başlayıp balkanlarla biterdi. ‘ Balkanlar üzerinden gelen soğuk hava dalgası, Balkanlar üzerinden gelen sıcak hava dalgası, Balkanlar üzerinden gelen kar yağışı, Balkanlar üzerinden gelen yağışlı hava, Balkanlar üzerinden gelen alçak basınç, yüksek basınç vs’ say sayabildiğin kadar.
Tabi o güne kadar hava durumu tahminleri daha çok da yaşlı ve akil adamların kendilerine mahsus hesaplarıyla ‘büyük çile, küçük çile, kırlangıç fırtınası, cemre suya düştü, Nevruz Bayramı gelirse yaz geldi demektir vb’ takip edildiği için birden bire Balkanlar ortaya çıkınca halkın büyük bir çoğunluğunda da bir tereddüt başlamıştı. Bunlardan birisi de rahmetli Şahbaz dayı idi. Şahbaz dayıyı tanıyanlar onu size günlerce anlatabilir. Şahbaz dayıya Allah öyle bir yetenek vermişti ki o bir konuşmaya başladı mı herkes susar ve pür dikkat onu dinlerdi. Okur-yazar dahi olmamasına rağmen çok zeki, çok akıllı ve çok hatip bir adamdı. Tüm konuşmalarında ironi yapar ve ironi sanatını öğle bir ustaca kullanırdı ki onun esprilerini ve kullandığı nükteleri anlamak için bile belirli bir zeka düzeyine sahip olmak gerekirdi. Kısaca efsane bir adamdı.
Bir gün karşılaşmamızda bana ‘bey siz büyük şehirde yaşıyorsunuz. Tabiki herşeyi bizden iyi biliyorsunuzdur. Bu Balganlar ne demektir?’ diye sordu. Yüzümdeki şaşkınlık ifadesini fark etti ki konuya biraz açıklık getirmek zorunda kaldı ve devam etti. ‘Ben bu soruyu senden öncede birkaç öğretmene, okumuş yazmış adamlara sordum ama aldığım cevaplardan hala tatmin olmuş değilim. Bu Balganlar ortaya çıktığı günden bu güne Türkiye’nin başından bela eksik olmuyor. Ne zaman televizyonda veya radyoda hava durumunu dinlesem kar, dolu, yağış, fırtına, toz, duman herşey bu Balganların üzerinden bize geliyor.’
Bu açıklamalardan sonra konuyu tabi ki anlamıştım. Ancak bu sorunun cevabını onun istediği şekilde ve onun anlayacağı biçimde açıklayacak kadar meteoroloji uzmanı olmadığım için benim anlattıklarımdan da tatmin olamadığından eminim. Muhtemelendir ki rahmetli Şahbaz dayı bu sorunun cevabını tam öğrenemeden öldü.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI NE DEMEKTİR?
Aradan geçen yaklaşık 35 yıldan sonra geçtiğimiz haftalarda Nesimi Akpınar diye bir arkadaştan da benzer bir soruyla karşılaştım. “Abi bu Çevre Ve Şehircilik Bakanlığı ne demektir?” diye sorusunu patlatınca, büyük bir şaşkınlıkla ‘ Sen şaka mı yapıyorsun o bir bakanlığın ismi’ diye cevap verdim. Ama bu arada da yıllar önce karşılaştığım Balganlar ne demektir sorusuyla da bir bağlantı kurarak o günleri bir daha yad etmek zorunda kaldım.
Tabi Nesimi benim cevabımdan tatmin olamamış ki benim kroki durumumu da fırsat bilerek hemen ikinci sorusunu da patlattı.: ‘Haklısında abi, senin de söylediğin gibi her bakanlıktan bir tane olmaz mı? Ankara’yı doğudan batıya, güneyden kuzeye bir geç göreceksin ki, bu bakanlıktan onlarca var. Hepsi de ışıklı levhalarla donatılmış heybetli heybetli binalar. Türkiye’deki çevre ve şehirleşmenin hali ortada. Bu kadar bakanlığa ne gerek var?’ Tabi Nesimi bu soruyu sormadan ben de pek farkında değilmişim ama arabayla Çay Yolu’ndan Dikmen’e gidinceye kadar yolun sağında solunda bu bakanlığa ait 5 veya 6 tane ışıklandırılmış devasa binaları görünce, itiraf etmek zorundayım ki ben de çok şaşırdım. Sanırsınız ki çok büyük bir marka yaratılmış, bunun ulusal ve uluslararası marka değeri artırılmak için büyük bir kampanya başlatılmış.
Her ne kadar Nesimi’ye bu binaların bazılarının bu bakanlığın bağlı, ilgili, ilişkili kuruluşları veya ek binaları olabileceğini anlattıysam da ne o, ne de ben bu anlattıklarımdan pek de tatmin olamadık.
Yazıktır, günahtır, haramdır bu kadar israfa gerek var mı? Ülkenin Merkez Bankası tıka basa dolarla dolu olabilir. Kişi başına milli gelirimiz 10 bin doları geçmiş de olabilir. Ancak hepimiz bu ülkenin gerçeklerini çok iyi biliyoruz. Bu ülkenin nüfusunun en azından dörtte birinin hala açlık sınırının altında yaşamak zorunda olduğunu biz görmezlikten gelsek bile rakamlar bağıra bağıra bunu tüm dünyaya ilan ediyor. Karda kışta soğukta hala terlikle okula giden kız çocukları ve ceketsiz okula giden erkek çocukları görünce normal bir insanın bırakın vicdanını burnunun kemiği sızlıyor.
Söz konusu bakanlığımız böyle de diğerleri bundan geri mi kalmışlar. Sağınıza solunuza baktığınızda tüm kamuda büyük bir israfın olduğu her halinden belli oluyor. Her kamu kuruluşunun önünde birkaç tane oto park olmasına rağmen ’iğne atsanız yere düşmez’ misali gelen misafir veya iş görüşmesine gelen vatandaşın arabasını park edeceği tek bir yer bile yok. Neden toplu taşıma araçları kullanılmaz bu savurganlık nereye kadar devam edebilecek bunun cevabını bilen varsa açıklasa da biz de anlasak. Petrol üreticisi ülkelerde bile bu boyutta bir savurganlığın olduğunu düşünmüyorum.
Bakanlıkların ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının Eskişehir yoluna taşınmaları rahmetli Turgut Özal’ın önemli bir projesiydi. Özal’ın bu konuda çok önemli düşünceleri olduğunu herkes yakinen biliyor. Ankara’nın içerisindeki kamu ve askeri binaların boşaltılarak bunların turizm amaçlı kullanılmasını hedefliyordu. Ancak bunları yapmaya ömrü yetmedi.
Çok geç kalınmakla beraber bu projenin bir şekilde uygulanmaya başladığı anlaşılıyor. Ancak israfı artırarak, turizm ve ekonomiye hiçbir katkı sağlamadan… Eskişehir yolunda bir çok bakanlık ve diğer kamu kuruluşlarına çok lüks binalar yapılmış olunmasına rağmen bunların şehir içerisindeki binaları da kullanılmaya devam ediliyor. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’na burada çok lüks bir bina yapılmış olmasına rağmen eski binası da aynı kuruluş tarafından kullanılmaya devam ediliyor. Yine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na da çok lüks bir bina yapıldığı anlaşılıyor. Bu bakanlığın Kızılay’da bulunan o tarihi taş binası ne oldu hangi amaçla kullanılıyor? Bu ülke bu kadar israfı ne zamana kadar taşıyabilir. Anlamak zor.
İsraf sadece kamu binalarıyla sınırlı olsa iyi. Devleti yönetenlerin koruma teşkilatına baktığınızda şaşırmamanız mümkün değil. Güvenlik risk oranı bizden yüzlerce kat daha yüksek olan ülkelerin yöneticileri bile böyle korunmuyor. Böyle hayali riskler yaratarak buna göre önlemler almanın maliyeti bu ülkenin kısıtlı kaynaklarını bir gün zorlamaya başlayacağından eminim.

Başta kamu binalarındaki bu israf olmak üzere her türlü israfa bir an önce son verilerek bu Orta Doğu gösterişi ve şahşahalılığının bir an önce bitirilmesinde ülkemiz adına büyük yarar var. Son olarak oto yolları ve köprüleri de sattık. Şimdilik satıp satıp yiyoruz da müflis tüccara döndük gibi de bir halimiz var. Bu konuda tüm ilgili ve yetkililerin üzerine düşeni yapacağına inanmak istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder