Ogün ŞANLI
Radyo ve renksiz televizyonun ülkemizde çok yoğun bir
şekilde kullanılmaya başlandığı 1970’li yıllarda gerek radyodan gerekse
televizyondan verilen hava durumu raporlarında spikerler tarafından Balkanlar
kelimesi aynen şimdi olduğu gibi o kadar sık kullanılıyordu ki hemen hemen tüm
hava durumu raporları Balkanlarla başlayıp balkanlarla biterdi. ‘ Balkanlar
üzerinden gelen soğuk hava dalgası, Balkanlar üzerinden gelen sıcak hava
dalgası, Balkanlar üzerinden gelen kar yağışı, Balkanlar üzerinden gelen yağışlı
hava, Balkanlar üzerinden gelen alçak basınç, yüksek basınç vs’ say
sayabildiğin kadar.
Tabi o güne kadar hava durumu tahminleri daha çok da
yaşlı ve akil adamların kendilerine mahsus hesaplarıyla ‘büyük çile, küçük
çile, kırlangıç fırtınası, cemre suya düştü, Nevruz Bayramı gelirse yaz geldi
demektir vb’ takip edildiği için birden bire Balkanlar ortaya çıkınca halkın
büyük bir çoğunluğunda da bir tereddüt başlamıştı. Bunlardan birisi de rahmetli
Şahbaz dayı idi. Şahbaz dayıyı tanıyanlar onu size günlerce anlatabilir. Şahbaz
dayıya Allah öyle bir yetenek vermişti ki o bir konuşmaya başladı mı herkes
susar ve pür dikkat onu dinlerdi. Okur-yazar dahi olmamasına rağmen çok zeki,
çok akıllı ve çok hatip bir adamdı. Tüm konuşmalarında ironi yapar ve ironi
sanatını öğle bir ustaca kullanırdı ki onun esprilerini ve kullandığı nükteleri
anlamak için bile belirli bir zeka düzeyine sahip olmak gerekirdi. Kısaca
efsane bir adamdı.
Bir gün karşılaşmamızda bana ‘bey siz büyük şehirde
yaşıyorsunuz. Tabiki herşeyi bizden iyi biliyorsunuzdur. Bu Balganlar ne
demektir?’ diye sordu. Yüzümdeki şaşkınlık ifadesini fark etti ki konuya biraz
açıklık getirmek zorunda kaldı ve devam etti. ‘Ben bu soruyu senden öncede
birkaç öğretmene, okumuş yazmış adamlara sordum ama aldığım cevaplardan hala
tatmin olmuş değilim. Bu Balganlar ortaya çıktığı günden bu güne Türkiye’nin
başından bela eksik olmuyor. Ne zaman televizyonda veya radyoda hava durumunu
dinlesem kar, dolu, yağış, fırtına, toz, duman herşey bu Balganların üzerinden
bize geliyor.’
Bu açıklamalardan sonra konuyu tabi ki anlamıştım. Ancak bu sorunun cevabını onun istediği şekilde ve onun anlayacağı biçimde açıklayacak kadar meteoroloji uzmanı olmadığım için benim anlattıklarımdan da tatmin olamadığından eminim. Muhtemelendir ki rahmetli Şahbaz dayı bu sorunun cevabını tam öğrenemeden öldü.
Bu açıklamalardan sonra konuyu tabi ki anlamıştım. Ancak bu sorunun cevabını onun istediği şekilde ve onun anlayacağı biçimde açıklayacak kadar meteoroloji uzmanı olmadığım için benim anlattıklarımdan da tatmin olamadığından eminim. Muhtemelendir ki rahmetli Şahbaz dayı bu sorunun cevabını tam öğrenemeden öldü.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI NE DEMEKTİR?
Aradan geçen yaklaşık 35 yıldan sonra geçtiğimiz
haftalarda Nesimi Akpınar diye bir arkadaştan da benzer bir soruyla
karşılaştım. “Abi bu Çevre Ve Şehircilik Bakanlığı ne demektir?” diye sorusunu
patlatınca, büyük bir şaşkınlıkla ‘ Sen şaka mı yapıyorsun o bir bakanlığın
ismi’ diye cevap verdim. Ama bu arada da yıllar önce karşılaştığım Balganlar ne
demektir sorusuyla da bir bağlantı kurarak o günleri bir daha yad etmek zorunda
kaldım.
Tabi Nesimi benim cevabımdan tatmin olamamış ki benim
kroki durumumu da fırsat bilerek hemen ikinci sorusunu da patlattı.:
‘Haklısında abi, senin de söylediğin gibi her bakanlıktan bir tane olmaz mı?
Ankara’yı doğudan batıya, güneyden kuzeye bir geç göreceksin ki, bu bakanlıktan
onlarca var. Hepsi de ışıklı levhalarla donatılmış heybetli heybetli binalar.
Türkiye’deki çevre ve şehirleşmenin hali ortada. Bu kadar bakanlığa ne gerek
var?’ Tabi Nesimi bu soruyu sormadan ben de pek farkında değilmişim ama
arabayla Çay Yolu’ndan Dikmen’e gidinceye kadar yolun sağında solunda bu
bakanlığa ait 5 veya 6 tane ışıklandırılmış devasa binaları görünce, itiraf
etmek zorundayım ki ben de çok şaşırdım. Sanırsınız ki çok büyük bir marka yaratılmış,
bunun ulusal ve uluslararası marka değeri artırılmak için büyük bir kampanya
başlatılmış.
Her ne kadar Nesimi’ye bu binaların bazılarının bu
bakanlığın bağlı, ilgili, ilişkili kuruluşları veya ek binaları olabileceğini
anlattıysam da ne o, ne de ben bu anlattıklarımdan pek de tatmin olamadık.
Yazıktır, günahtır, haramdır bu kadar israfa gerek var
mı? Ülkenin Merkez Bankası tıka basa dolarla dolu olabilir. Kişi başına milli
gelirimiz 10 bin doları geçmiş de olabilir. Ancak hepimiz bu ülkenin gerçeklerini
çok iyi biliyoruz. Bu ülkenin nüfusunun en azından dörtte birinin hala açlık
sınırının altında yaşamak zorunda olduğunu biz görmezlikten gelsek bile
rakamlar bağıra bağıra bunu tüm dünyaya ilan ediyor. Karda kışta soğukta hala
terlikle okula giden kız çocukları ve ceketsiz okula giden erkek çocukları
görünce normal bir insanın bırakın vicdanını burnunun kemiği sızlıyor.
Söz konusu bakanlığımız böyle de diğerleri bundan geri
mi kalmışlar. Sağınıza solunuza baktığınızda tüm kamuda büyük bir israfın
olduğu her halinden belli oluyor. Her kamu kuruluşunun önünde birkaç tane oto
park olmasına rağmen ’iğne atsanız yere düşmez’ misali gelen misafir veya iş
görüşmesine gelen vatandaşın arabasını park edeceği tek bir yer bile yok. Neden
toplu taşıma araçları kullanılmaz bu savurganlık nereye kadar devam edebilecek
bunun cevabını bilen varsa açıklasa da biz de anlasak. Petrol üreticisi
ülkelerde bile bu boyutta bir savurganlığın olduğunu düşünmüyorum.
Bakanlıkların ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının
Eskişehir yoluna taşınmaları rahmetli Turgut Özal’ın önemli bir projesiydi.
Özal’ın bu konuda çok önemli düşünceleri olduğunu herkes yakinen biliyor.
Ankara’nın içerisindeki kamu ve askeri binaların boşaltılarak bunların turizm
amaçlı kullanılmasını hedefliyordu. Ancak bunları yapmaya ömrü yetmedi.
Çok geç kalınmakla beraber bu projenin bir şekilde
uygulanmaya başladığı anlaşılıyor. Ancak israfı artırarak, turizm ve ekonomiye
hiçbir katkı sağlamadan… Eskişehir yolunda bir çok bakanlık ve diğer kamu
kuruluşlarına çok lüks binalar yapılmış olunmasına rağmen bunların şehir
içerisindeki binaları da kullanılmaya devam ediliyor. Örneğin Diyanet İşleri
Başkanlığı’na burada çok lüks bir bina yapılmış olmasına rağmen eski binası da
aynı kuruluş tarafından kullanılmaya devam ediliyor. Yine Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı’na da çok lüks bir bina yapıldığı anlaşılıyor. Bu
bakanlığın Kızılay’da bulunan o tarihi taş binası ne oldu hangi amaçla
kullanılıyor? Bu ülke bu kadar israfı ne zamana kadar taşıyabilir. Anlamak zor.
İsraf sadece kamu binalarıyla sınırlı olsa iyi.
Devleti yönetenlerin koruma teşkilatına baktığınızda şaşırmamanız mümkün değil.
Güvenlik risk oranı bizden yüzlerce kat daha yüksek olan ülkelerin yöneticileri
bile böyle korunmuyor. Böyle hayali riskler yaratarak buna göre önlemler
almanın maliyeti bu ülkenin kısıtlı kaynaklarını bir gün zorlamaya
başlayacağından eminim.
Başta kamu binalarındaki bu israf
olmak üzere her türlü israfa bir an önce son verilerek bu Orta Doğu gösterişi
ve şahşahalılığının bir an önce bitirilmesinde ülkemiz adına büyük yarar var.
Son olarak oto yolları ve köprüleri de sattık. Şimdilik satıp satıp yiyoruz da
müflis tüccara döndük gibi de bir halimiz var. Bu konuda tüm ilgili ve
yetkililerin üzerine düşeni yapacağına inanmak istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder