20 Haziran 2013 Perşembe

NE OLACAK BU SURİYE’NİN HALİ?

Ogün ŞANLI

Çocukluğumuzu,  gençliğimizi hatta bu günümüzü etkileyen çok önemli sözler olmuştur. Bunlar bize öylesine  ezberletilmiş ve öylesine  dimağımıza kazınmıştır ki onları unutmamız kolay kolay mümkün olmaz. Bu sözler bizimle mezara kadar gider.
İsmet İnönü 1960’lı yıllarda, ABD ile aramız açıldığında “Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayı ile yatağa girmeye benzer” demişti. Yine 1964 yılında “Johnson Mektubu”na çok sinirlenen İnönü  “Yeni bir dünya kurulur  ve Türkiye bu dünyada yerini alır” demek zorunda kalmıştı.
Merakım şudur: Acaba  İnönü, dünyanın süper güçlerinden birisi olan ABD için o gün  söylemek zorunda kaldığı bu sözleri, bir gün  komşumuz olan Suriye devlet adamları tarafından Suriyeli  vatandaşlara, Türkiye için söylemek zorunda kalabileceklerini de hiç düşünmüş müdür? Eminim çok zeki ve öngörüleri çok isabetli olan İnönü bile bunu düşünememiştir.
Bildiğiniz gibi bir de bizim meşhur “ dış ve iç mihraklar” veya  “dış güçler” gibi  tekerlememiz var ki Türkiye’nin başına her ne iş gelse mutlaka bunlardan bilinir. Başımıza gelenlerden bizim yöneticilerimizin hiçbir kusuru,  kabahati veya günahı olamaz. Aynen şimdi Suriye’nin başına gelenlerden onların yöneticilerinin hiçbir kusuru, günahı   olmadığı  gibi! Temel fark şudur ki, şimdi de biz Suriye için “dış güçler” olduk. Suriyeli yetkililerin, halkına ‘bu başımıza gelenlerin tek sorumlusu dış güçlerdir’ diye seslenmeye başladığı an,  bizim de  hiç utanmadan, sıkılmadan ayağa kalkıp sağ elimizi havaya kaldırarak “burada…” diye bağırmamız dürüstlük olur.
Hele bizim her akşam televizyon haberlerinde siyasetçilerimiz  tarafından okunan “yandaş medya” veya” bir kısım medya” şiirine ne demek lazım. Bu şiir birden bire küreselleşerek namı ülke dışına yayılarak Suriye’yi de kapsamı alanına aldı. Ancak bir farkla ki buna bir de “Eset’çi siyasetçi,” “eset’çi olmayan siyasetçi” naraları da eklendi ki bunları her akşam dinlemenin keyfine diyecek yok.
Başarı budur işte. Yıllarca oturduğumuz her birahanede, meyhanede veya restoranda “Ne olacak bu Türkiye’nin hali” diye başlayıp  her defasında  onlarca devleti yıkıp onlarca devleti kurduğumuz sohbetlerimize şimdi bir de “Ne olacak bu Suriye’nin hali”ni eklemiş bulunmaktayız. Tabi ki doğru olan bu sorunun Suriyeli kardeşlerimize de sorulmasıdır. Ancak bu mümkün olamadığı için şimdilik bu soruyu ilk fırsatta en azından ünlü Suriyeli  gazeteci Hüsnü Mahalli’ye sormayı çok isterdim.
Üç semavi dinin kurulduğu, Orta Doğu’da, Mezopotamya’nın bereketli toprakları üzerinde bulunan şu Suriye’nin başına gelenlere bir bakar mısınız?
Suriye devletinin  kuruluşuna  kadar Suriye’de güçlü bir merkezi devlet kurulamamıştır. 1516 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun denetimi altına geçen Suriye, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’nın mandası olmuş ve bu durum 1946 yılına kadar sürmüştür. 1970 yılında Hafız Esat’ın askeri  ihtilal yaparak  ele geçirdiği Suriye yönetimi, H. Esat’ın 2000 yılında ölmesinden sonra da bu güne kadar oğlu Beşar Eset tarafından dikta yöntemiyle yönetilmeye devam edilmektedir.
Geçmişte özellikle de Filistin- İsrail sorunun bir parçası haline de gelen Suriye halkının çektiği bu zulüm yetmezmiş gibi şimdi de iç savaşın içerisine çekilmiş ve kardeşin kardeşi öldürdüğü bir ortam yaratılarak bizim de kolumuzdan tutturularak çıkmaz bir sokağa sürüklenmişizdir.
Biz neden durup dururken bu Suriye olaylarının içerisinde kendimizi bulduk? Bizi arkamızdan kim itti ben hala bunun anlamış değilim. Türkiye’nin milli çıkarlarıyla Suriye’den evrensel çıkarları olanların çıkarlarının  çatıştığı bir gerçek. Ancak, geleneksel Türk dış politikasından saparak birden bire bir yeni  Osmanlıcılık hayaline kendimizi kaptırıp sanki belamızı arıyormuşçasına bu bataklığa kendimizi nasıl sapladık? Gerekçemiz her ne olursa olsun bunun haklılığına beni kimse ikna edemez. Bizim bilmeyip de yöneticilerimizin bildiği her ne varsa şahsen onu da öğrenmek isterim.
Bu veya buna benzer konularda, geçmişte zaman zaman sohbet ettiğimiz rahmetle ve saygıyla andığım eski devlet tiyatrosu sanatçılarımızdan ve Tercüman Gazetesi yazarlarından Şeref Gürsoy beye “Benim annemle babam uzaktan da olsa akraba. Ben de akraba evliliğinden doğduğum için bu konuları anlayamam normaldir” diye söylediğimde “ Hayır hayır. Maşallah maşallah… Hem sen hem de kardeşlerin çok zeki çocuklarsınız” diye cevap verirdi. Zeki miyim değil miyim bilmiyorum ama bir gerçek var ki ben bu Suriye meselesini hala anlayamadım.
Son zamanlarda Suriye ile siyasi ve ekonomik ilişkilerimizin çok iyi olduğunu karşılıklı olarak en üst seviyede ziyaretler yapılarak bu ilişkilerin daha da geliştirilmesi arzusunun her iki tarafta da mevcut olduğunu bizler de normal bir vatandaş olarak yakinen izliyorduk. Bir sabah kalktık ki karşılıklı olarak kılıçlar çekilmiş ve savaşın eşiğine gelmişiz. Bunu nasıl başardık birisi anlatsa da bizde anlasak. Ancak, Suriye tarafından düşürüldüğü iddia edilen uçağımızın  nasıl düşürüldüğünün anlatıldığı gibi anlatılarak kafamız  iyice karıştırılacaksa hiç anlatılmasın daha iyi. THY’nin Suriye’ye yönelik uçuşları haftada 42’i sefere çıkmıştı ve bu sayı hızla da artmaya devam ediyordu. Suriyeliler tüm seyahatlerinde Hatay Havaalanı’nı yoğun olarak kullanmaya başlamışlardı. Geldiğimiz noktada Suriye’den 9 milyon ABD doları alacağı olan THY bonus olarak da Suriye’ye yönelik tüm seferlerini  durdurmak zorunda kaldığı için varın bu işten ülkemizin zararını siz hesaplayın.
Bu da yetmiyormuş gibi Rusya’dan kalkıp Suriye’ye giden bir Suriye uçağını Ankara Esenboğa Havalimanı’na indirip aradığımız ve bunu da yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız için Suriye hava sahası da Türk uçaklarına kapandı. Uluslararası ve milli mevzuattan kaynaklanan haklarımızı kullanarak indirip aradığımız uçağın aranmasında teknik olarak tabi ki hiçbir sorun yok. Ancak krizi iyi yönetemediğimiz  ve her kafadan bir ses çıktığı için konu siyasallaştı ve kriz de kucağımızda patladı. Özellikle Rusya’yı da  bu krizin bir parçası yaparak başımıza yeni işler açmamızı kim veya kimlere borçluyuz o da ayrı bir vaka.
Devleti yönetenlerin bu güne kadar yaptığı “Suriye yönetimi Suriye halkına zulm ediyor, biz Suriye’ye demokrasi getireceğiz” açıklamalarına bu açıklamaları yapanların dışında kimsenin inanmadığı da bir vaka.
Türkiye’deki bazı çevrelerin ısrarla Suriye’ye karşı mezhepsel bir dış politika yürütüldüğü yönündeki iddiaları da mevcut yönetim tarafından reddedildiği için biz de kime inanacağımızı şaşırdık. Ancak mezhepsel bir politika yürütmediği iddia edilse bile bu politikayı yürütenlerle el ele- kol kola  birlikte hareket edildiği gerçeği de ayan beyan ortada. Allah herkesi iftiranın yakışanından korusun.
Bütün bu olup bitenlere baktığımızda her yerinde PKK terör örgütü veya onun uzantılarını görüyoruz ki bizim gördüğümüzü, asıl görmesi gereken yöneticiler neden görmezler bu da ayrı bir muamma… Burnumuzun dibinde oynanan bu satrancın galibi veya mağlubu kim olacak herkesin yüreği ağzında nefesini tutarak bunu seyrettiği anlaşılıyor. Ancak bizim kayıp etmeye başladığımız da ortada…

Şimdilik karşılıklı olarak birbirimize obüs toplarıyla ateş ederek  taciz etmeye devam ediyoruz. Ancak bu işin nerede duracağını kestirmek de geçen her gün güçleşiyor. Üçüncü dünya savaşı olasılığından bile söz edilmeye başlandı. Artık bizim de, bizi arkamızdan bu bataklığın içerisine itip kaçanlar için Nasrettin Hoca misali yeni bir “Timur’un Filleri” fıkrası üretmemiz şart.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder