7 Şubat 2013 Perşembe

YAKIT BİZE YARDIMCI OLMUYOR ABİ



Yakıt giderleri havayolu işletmelerinin en önemli işletme giderlerindendir. Hatta birinci sıradaki işletme gideridir. Havayolu işletmelerinin dünyada yaşanmakta olan küresel mali krizin etkilerini atlatamadan yakıt fiyat artışının yarattığı yeni bir krizin etkisine girmesi sektör açısından büyük bir şanssızlık olmuştur.

Pegasus’un sahibi sayın Ali Sabancı’yla iki hafta önce Ankara Esenboğa Havalimanı’nda karşılaştık. Ayaküstü çok kısa görüşmemiz esnasında işler nasıl diye sorduğumda verdiği cevap “yakıt bize yardımcı olmuyor abi” şeklinde oldu. Daha önceki karşılaşmalarımızda benzer soruma sürekli kabin içerisindeki satışlardan söz ederek bu satışlardan yılda ne kadar ciro yaptıklarından söz ederdi. HAVAŞ’ ın otobüsüyle Esenboğa’dan şehir terminaline giderken hem üzüldüğümü hem sevindiğimi hissettim. Üzüldüm, çünkü arkasında çok güçlü bir sermaye ve filosunda 33 uçak bulunan bir havayolu işletmemizin, yakıt fiyatlarındaki olağanüstü artıştan etkilenmiş olması havacılık sektörümüzün geleceği bakımından endişe vericidir. Sevindim, çünkü Ali Bey’in havacılığımızın gerçekleriyle yüzleştikçe daha gerçekçi projeler üreterek havacılık sektörümüze daha çok katkıda bulunabileceğını düşünüyorum. Havacılık böyledir işte; havacılık yapanlara mutlaka kendisini kabul ettiriyor.

İstanbul’da düzenlenen “Dünya Kargo Konferansı” için Türkiye’ye gelen Uluslararası Hava Taşımacıları Birliği (IATA) Başkanı Sayın Giovanni Bisignani, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki olaylar sebebiyle sürekli artan petrol fiyatlarının havacılık sektöründe derin yaralar açabileceğini söylemiş. Petrol fiyatındaki 1 ABD dolarlık artışın sektöre maliyetinin 1.6 milyar ABD doları olduğunu ifade ederek petrol fiyatları arttıkça risklerin de artacağına vurgu yapmış. Bununla birlikte, sektörün krizle birlikte 30 milyar ABD doları daha borçlanarak toplam borcunun 210 milyar ABD doları gibi çok ciddi bir rakama yükseldiğini belirtmiş.

New York Üniversitesi profesörlerinden ekonomist Nouriel Roubini Dubai’de katıldığı bir konferansta petrolün varil fiyatının 140 ABD dolarını aşması halinde dünyada yaşanmakta olan durgunluktan çıkılamayacağı gibi ekonomisi gelişmemiş bir çok ülkede de yeniden en üst seviyede ekonomik krizler yaşanabileceğine vurgu yapmış.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan, petrol fiyatlarındaki artışla ilgili ''varil başına her 10 ABD doları zammın enflasyonumuza yaklaşık yıllık yarım puan, cari açığımıza yaklaşık 4 milyar ABD doları etkisi” olacağını açıklamış.

Hem havayolu taşımacılarının, hem ekonomistlerin hem de hükümet yetkililerinin endişesi ortada...

5 yıl önce varili 20 - 30 ABD dolar aralığında olan petrol fiyatının 140 ABD dolarına kadar dayanmasının özellikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini olumsuz yönde etkilemeye devam edeceği anlaşılmaktadır. Türkiye gibi petrol yönünden dışa bağımlı ülkelerde bu olumsuz etkninin daha derinden hissedilmesi doğaldır. Bilindiği gibi petrol fiyatlarındaki artışın yüksek ve uzun süreli olması, uluslararası ekonomide bizim gibi petrol ithal eden ülkelerin ödemeler dengesini bozmakta, enflasyon ve girdi maliyetlerini arttırmakta, bu durum da, işsizlik ve dolayısıyla ekonomik krize neden olmaktadır. Petrol fiyatlarındaki her 10 ABD dolarlık artış, dünya ekonomisinin büyüme hızını yaklaşık % 1 oranında düşürmekte ve fiyat artışlarının etkisi de ortalama 3 yıl sürmektedir.

Türkiye yılda ortalama 25 milyon ton ham petrol tüketmekte ve toplam tüketiminin % 89’unu da ithal etmektedir. Türkiye’nin ham petrol ve petrol türevlerinin ithalatına ödediği döviz miktarı yılda ortalama 10 milyar ABD doları düzeyindedir.

Petrol fiyatlarında son yıllarda gözlenen artışlar, Türkiye’nin petrol faturasını arttırmaktadır. Enerji güvenliğinin, ekonomik ve giderek ulusal güvenliğin ayrılmaz bir unsuru haline gelmesinden dolayı, petrol fiyatlarının geleceğe yönelik seyri, herkes tarafından yakinen ve kaygıyla izlenmektedir.

Yakıt fiyatlarının havayolu maliyetleri üzerindeki etkilerine kısaca bakacak olursak 2002 yılında jet A1 olarak bilinen uçak yakıtının ton fiyatı 300 ABD doları iken bugün bu fiyat 1050 ABD dolarına ulaşmıştır. Yakıt maliyetinin artması doğrudan havayollarının işletme maliyetlerini etkilemektedir. Nitekim 2002 yılında yakıtın işletme maliyetleri üzerindeki etkisi %25 iken, bugün %70’lere ulaşmıştır. Yakıt fiyatları bu şekilde artmaya devam ederse önümüzdeki dönemde havayolları üzerinde olumsuz yönde çok önemli bir baskı oluşturacağı anlaşılmaktadır.

Uçak yakıt fiyatları 2002 yılından 2008 yılına kadar düzenli bir artış göstermiş, 2008 yılında en yüksek seviyeye ulaşmıştır. 2008 yılı ortalama yakıt ton fiyatı 1060 ABD dolarını bulmuş ve tam anlamıyla zirve yapmıştır. Hatırlanırsa bu dönemde global krizin de etkisiyle birçok havayolu şirketi operasyonunu durdurmak zorunda kalmıştı. Bu gün yakıt fiyatı 1050 ABD doları/ tonu bulmuş 2008 yılındaki fiyatları yakalamıştır.

1,5 saatlik bir iç hat uçuşunda 2002 yılında yakıt maliyeti koltuk başına 5 ABD doları iken bugün bu rakam 20 ABD dolarına ulaşmıştır. 3,5 saatlik bir dış hat uçuşunda koltuk başına yakıt maliyeti 2002’de 14 ABD doları iken bugün 45 ABD dolarına ulaşmıştır. Bugün yakıt fiyatı 2002 yılının 3 katına çıkmıştır. Bununla birlikte orta gövdeli 5 uçaklı bir şirketin yıllık yakıt maliyeti 40 milyon ABD dolarına ulaşmıştır.

Yaklaşan yaz sezonunda da yakıt fiyatlarının bu şekilde yükselmesi özellikle yoğun sezonda havayollarının giderlerini artıracak, havayolu şirketleri uygulanmakta olan esnek fiyat politikası ve yaşanan rekabetin de etkisiyle istemeden de olsa farklı bilet fiyatları uygulamak zorunda kalacaktır. Ancak artan rekabet koşulları da düşünüldüğünde son 4 ayda yakıt fiyatlarında %47’lik bir artış olmasına rağmen bilet fiyatlarında herhangi bir artış olmadığı gözlemlenmektedir. Bu durum zaten düşük kar marjı bulunan havayolu şirketlerinin çok daha düşük oranlarda kar etmelerine veya hiç kar etmeden operasyon gerçekleştirmelerine neden olmaktadır.

Japonya’daki depremin ve Libya’ya yapılan hava operasyonununun petrol fiyatları üzerinde nasıl bir artçı şok yaratacağı konusunda henüz çok sağlıklı bilgilere sahip değiliz. Umarız ki çok fazla bir etkisi olmaz. Derin bir etki yaratması halinde zaten kırılgan olan havacılık endüstrisinin bu etkiyi bertaraf etmekte zorlanacağı bir gerçektir. Petrol fiyatlarındaki bu olağanüstü artışın havacılık sektörü üzerinde oluşturabileceği şok etkileri en aza indirecek önlemlerin ivedilikle alınmaması halinde sonucunu düşünmek bile istemiyorum.

Yakıt fiyatlarının havacılık endüstrimizi en üst seviyede etkilemesine rağmen bu konuda başta TÖSHİD olmak üzere havacılık sektörünün herhangi bir tepki ortaya koyamaması ise bana göre düşündürücüdür. Yakıt fiyatlarından en çok etkilenen THY’nin birçok konuda olduğu gibi bu konuda da hiçbir değerlendirme yapmaması ve suskunluğunu koruması manidardır. Oysa ki büyük hava yolu olmanın sorumlulukları da büyük olmalıdır.

Havaalanlarında çok sayıda teçhizatın üzerine TGS yazarak yer hizmetlerinin serbestleşmesine veya hizmet kalitesine hiç bir katkı sağlanamadığı gibi apronda trafik sıkışıklığı ve emniyetsizlik yaratarak veya otobüslerin üzerine “Tek Rakibim THY” yazılması misali birkaç uçağın üzerine (Anadolu Jet) “Tek Rakibim Pegasus. Onur, Atlasjet, SKY veya İz Air” yazarak ve havacılığın birçok gerçeğine arkasını dönerek marka yaratıldığını veya büyüdüğünü sanmak bana çok inandırıcı gelmiyor.

Günümüzde havayolları büyürken bir de hikayelerinin olması gerekiyor. İç veya dış hatlarda bugüne kadar yapılamayanın yapılması ve akılda kalan bir yeniliğin yaratılması gerekir. Aynen düşük maliyetli (Low Cost) havayolu olarak, esnek fiyat politikası uygulayarak, e- biletle, uçak-otobüs entegrasyonu sağlayarak ve ekonomik havaalanlarını üs (base) yaparak işletmecilik yapan havayollarının yaptığı yenilikler gibi.

THY markası, Türk halkı tarafından 88 yıllık Cumhuriyetimiz süresince, 78 yılda yaratılmıştır. THY Türk halkının ortak değeridir. THY dün de markaydı bugün de markadır, yarın da marka olacaktır. THY’yi markalaştırmaya hiçbir yönetimin tek başına gücü yetmez. Ancak THY’nin omzuna basarak kendisini markalaştıranlar olduğu gibi hatta bu konuda kitap yazanlar bile olmuştur.

Asıl konumuza yani yakıt fiyatlarındaki artış ve bunun havacılık sektörü üzerindeki olumsuz etkilerini, petrolün bulunduğu ülkelerin başını nasıl belaya soktuğunu ve halkına refah yerine nasıl kan ve göz yaşı getirdiğini, dünyanın başına açtığı ekonomik ve siyasi belaları gördükçe Türkiye ve Anadolu’yu daha çok sevmeye başladım. Vatan hainleri de dahil her türlü pisliği bağrında barındırma yüceliğini göstermiş olmasına rağmen Anadolu’nun “petrolü” neden bağrında barındırmadığını şimdi daha iyi anlıyorum.

En iyisi petrolü dünyanın başına bela edenlerin ellerine birer büyük tas vereceksiniz kan yerine ıksırıncaya tıksırıncaya kadar petrol içecekler.

TÜRKİYE, MRO'DA BÖLGESEL GÜÇ OLABİLİR Mİ?



Türkiye Hava Aracı Bakım, Onarım ve Yenileme Hizmetlerinde Bölgesel Bir Güç Olabilir mi? (1)

Havacılık endüstrisindeki  hızlı gelişmelere paralel olarak, hava araçlarının imalatı, bakımı, onarımı,  modifikasyonu ve sistem entegrasyonu gibi konularda da, can ve mal emniyeti ile uçuş emniyetinin en üst seviyede sağlanabilmesi için çok büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. 

Özellikle 1970’li yıllardan başlayarak, gerek uluslararası sivil havacılık kuruluşları ve ülke sivil havacılık otoritelerinin gerekse uçak imalatçısı firmalarının sıfır kaza riskini hedef alarak yasal düzenlemeler yapmaları ve buna göre bakım programları yayınlamaları sebebiyle, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hava aracı bakım, onarım ve yenileme hizmetleri büyük önem kazandı. Bunun sonucu olarak da dünyadaki hava aracı kazalarında teknik nedenler % 10’un altına indi. Hiç tartışmasız dünyanın en emniyetli ulaşımının, hava yolu ulaşımı olduğu istatistiklerle doğrulanmış bir gerçektir.  

Ülke sivil havacılık otoritelerinin her geçen gün uçakların emniyeti ve uçuşa elverişliliğinde daha  etkin olması, buna ilave olarak 1996 yılından itibaren uygulanmaya başlanan Avrupa havaalanlarına iniş kalkış yapan yabancı uçakların emniyetini izleme programı   çercevesinde yapılan SAFA denetimleri, başta wet leas olmak üzere çeşitli kiralamalar veya bazı hizmet alımı veya satımı nedeniyle yapılan kalite ve teknik denetimler, uçuş emniyetini şeffaflaştırmış ve  hava yolu işletmeleri, uçuş emniyetine dolayısıyla da uçakların bakımına daha çok önem vermek zorunda kalmışlardır.

Bakım; “hava aracının tasarımındaki güvenirliliğini sürekli korumak amacıyla, uçuşa elverişliliğinden ve emniyetinden emin olmak için, hava aracına yapılan, servis, modifikasyon, tamir, yenileme, değiştirme, test ve kontrol işlemlerinin tamamıdır. 

Havacılıkta çok farklı uzmanlıklara sahip insan kaynağı ve teknolojiler gerektiren farklı ağırlıklara haiz  bakımlar mevcuttur.

Günümüzde hava araçlarına yönelik bakımlar; Hat Bakım ve Ana (ağır) Bakım, alt sistemlere yönelik bakımları ise; Komponent Bakımı ve Motor Bakımı  olarak sınıflandırılabilir. 

Bakım sektöründe; uçak ve motor üreticileri, hava yolu işletmeleri (kullanıcılar), bağımsız hizmet sağlayıcıları (MRO), yedek parça (komponent ve malzeme) üreticileri ve tedarikçiler en önemli oyuncular olarak hizmet yürütmektedirler. 

Havayolu şirketlerinin işletme giderlerinin %10-%13 civarında bir kısmını bakım giderleri oluşturmaktadır. Bu oran, havayolu işletiminde yakıt giderinden sonraki en büyük giderdir. Bakım giderlerinin içerisinde,  motor bakımı %30, ana bakım, hat bakımı ve komponent bakımı % 60, modifikasyonlar ise % 10’luk kısmı teşkil etmektedir. 

1990 yılı başlarında 20 milyar dolar olan havacılık bakım onarım hizmet pazarının, 2002 yılında 37.8 milyar dolar, 2007 yılında 50.8 milyar dolar olarak gerçekleşmiş olup, 2012 yılında 61.7 milyar dolara, 2015 yılında ise 70 milyar dolara ulaşacağı ön görülmektedir. Bu pazarın her yıl yaklaşık %5 büyümeye devam edeceği tahmin edilmektedir.

Dünyada bakım pazarı dağılımı; Orta ve Güney Amerika %7, Afrika ve Orta Doğu %10, Asya %17, Avrupa %21 ve Kuzey Amerika’da %45 olarak gerçekleşmektedir.

2025 yılına kadar küresel havayolu trafiğinin yıllık ortalama %6 oranında artacağı, yolcu rotalarında mevcut frekansın ikiye katlanacağı, mevcut 18 bin olan yolcu ve kargo uçak sayısının 33 bin 500’e ulaşacağı ve 2029 yılına kadar  toplam değeri 3.2 trilyon doları bulan  yeni 26 bin yolcu ve kargo uçağı teslimatının yapılacağı öngörülmektedir. Dünyadaki ve bölgemizdeki uçak sayısındaki artışa  paralel olarak bakım, onarım ve yenileme pazarı da bu oranda büyüyecektir. 

Ülkelerin kısıtlı kaynaklarının daha optimum kullanılması gerekliliği, yeni uçak alımı yerine mevcut uçakların yenilenmesinin ve modernizasyonun tercih edilmesine sebep olmaktadır. 2020 yılına kadar yaklaşık 3.200 adet uçağın yenilenerek filolara tekrar kazandırılması planlanmaktadır. 

Başta Türkiye’nin de 1945 yılında kurucu üyesi olduğu, Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO) ve 1996 yılında aday, 2001 yılında tam üyesi olduğumuz Avrupa Havacılık Otoritesi, JAA/EASA gibi uluslararası sivil havacılık kuruluşları olmak üzere ve ABD Sivil Havacılık İdaresi FAA tarafından getirilen yeni düzenlemeler, eski tip uçakların çoğunun özellikle aviyonik ve motor modernizasyonunu gerektirmektedir.

Uçuş emniyetine giderek artan ölçüde verilen önem, mevcut uçakların her geçen  gün yaşlanması nedeniyle bu uçakların performansının yükseltilmesi talebi,  uçuş menzillerinin arttırılması veya yakıt tasarrufunun yükseltilmesi,  uçakların emisyonunun değiştirilmesi veya değerinin yükseltilmesi ve maliyetlerin düşürülmesi gibi ihtiyaçlar yenileme talebini artırmaktadır.

Ayrıca hava kargo taşımacılığındaki gelişmeye paralel olarak yolcu uçaklarını kargo uçaklarına dönüştürme sektörü de gelişme göstermektedir. Uluslararası Hava Taşımacılar Birliği (IATA) tarafından yapılan tahminlere göre hava kargo taşımacılığı önümüzdeki 20 yıllık süreçte  yılda ortalama % 6,4 oranında büyüyecektir. Bu artışın bir sonucu olarak da yaklaşık 2.600 adet yolcu uçağının kargo uçağına dönüştürülmesi beklenmektedir. 

Havacılık sektöründe yaşanan serbestleşme, artan rekabet ve her geçen gün sayısı hızla artan düşük maliyetli havayollarının uyguladığı esnek fiyat politikaları nedeniyle havacılık endüstrisindeki dev hava yollarından küçük ve orta ölçekli hava yollarına kadar mekan ve ülke tanımaksızın en yoğun stratejik ittifakların ve birleşmelerin yaşandığı günümüzde küresel sivil havacılık sektörünün haritası ve niteliği değişmeye başlamıştır.

Havacılık sektöründe zaman ve hız faktörünün küreselleşme gereği giderek  daha  da önem kazanması nedeniyle, başta düşük fiyatlı (low cost) taşımacılık yapan havayolu taşıyıcıları olmak üzere işletmeler, uçaklarının bakımı da dahil yerde kalma sürelerini (TAT) her geçen gün azaltmaktadır. Bunun sonucu olarak da yeni bir konsept olarak işletmeler, filolarında bulunan uçakların C bakımında yapılması gereken bakımlarının bir çoğunu, ülke sivil havacılık otoritelerinin de onayını alarak, A bakımlarına hatta günlük bakımlarının içerisine yayarak C bakım sürelerini kısaltma yoluna gitmektedirler. İnanması güç ama bir çok düşük fiyatlı havayolu işletmesinin C bakımlarında yerde kalma süreleri (TAT) 3 güne düşürülmüştür. Tüm bu gelişmeler dikkate alındığında  ülkemizdeki bakım kuruluşlarının kurumsallaşarak küreselleşmeleri ve nitelikli iş gücüne daha çok önem vermelerinin kaçınılmaz gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Havacılık sektöründe yaşanan satın alma ve birleşmeler veya stratejik iş ortaklıklarının bakım kuruluşlarını da  yakinen etkilediği bilinmektedir. Bunun sonucu olarak özellikle son 20 yıl içerisinde bakım sektöründe yer alma şekilleri zamanla değişmekte ve bu pazardaki değişimin hızı her geçen gün artmaktadır.

Ortak girişimler, günümüzde rekabet edebilirlik ve etkin maliyet arayışındaki firmalar için etkili bir yöntem haline gelmiştir. Ortak girişimlerle işletmeler; riski dağıtma, yeni ve bilinmeyen pazarlara girme, teknik bilgi birikimini genişletme olanaklarına sahip olmakta ve başta bakım, yakıt, yer hizmetleri, ikram, yedek parça ve reservasyon sistemi  olmak üzere ortak hizmet ve mal satın alma yöntemiyle  rekabet güçlerini artırmaktadırlar.

Önceleri sadece pazarlama ve kod paylaşımı konularında ağırlıklı olarak ticari konularda  işbirliği içerisinde olan hava yolu işletmeleri küresel işbirliği programları günümüzde bakım ve diğer teknik konulardaki  ihtiyaçları için de işbirliklerine büyük önem vermektedir.

Havayolu işletmeleri günümüzde, kendi bünyelerinde bakım onarım  gerçekleştirmektense bu hizmeti daha çok bakım kuruluşlarından satın alma yöntemiyle temin etme yoluna gitmektedirler. Bu gelişme  sonucu  dünya bakım onarım sektöründe bakım kuruluşlarının payı her geçen gün  artmaktadır. Havayolu işletmelerinin  bünyesindeki bakım onarım merkezlerinin sayısı ise  azalmaktadır. Hatta yaşanan yoğun rekabet nedeniyle işletmeler, uçak hat bakım hizmetlerini de bakım kuruluşlarından satın alarak işletme giderlerini düşürme yolunu seçmektedir. Ayrıca uçak motor üreticisi firmalar da en geç 2025 yılına kadar işlerinin %75’ini tedarikçilere devretmeyi planlamaktadır. 

Dünya bakım pazarının %36’sınin Türkiye’ye yaklaşık 3,5 saat uçuş mesafesinde olması, bölgede yaklaşık 5.000 uçağın bulunması ve bu pazarın yılda 15-18 milyar dolar olması nedeniyle ülkemizin uçak bakım, onarım ve yenileme hizmetleri  konusunda bölgesel bir  güç olmasının  önemini artırmaktadır.

TÜRKİYE HAVA KARGO LOJİSTİK ÜSSÜ OLABİLİR



Hava kargo lojistik üssü olmanın belirleyicileri; talep, altyapı, idari yapı ve  arz boyutudur. Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan Türkiye; Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney arasında bir köprü konumunda olup, batıda halen kargo üssü olarak kullanılan Almanya, Hollanda, Fransa ve Lüksemburg ile doğuda Dubai, Güney Kore ve uzak doğuda Singapur, Çin, Japonya, Hong Kong ve okyanus ötesinden ise ABD’den hava kargo taşımacılığının yönlendirildiği ülkemizin, jeostratejik konumu itibariyle,  Türk Cumhuriyetleri, Orta Doğu, Balkanlar ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’nun   transit kargo üssü olabileceği ve pazardan daha büyük pay almasının mümkün olduğu bir gerçektir.
Dünyada özellikle son 25 yılda hız kazanan globalleşmeyle birlikte, dünya ölçeğindeki haberleşme ve mübadele imkânlarının muazzam bir potansiyel ve kapasite taşıması,  e-ticaretin yaygınlaşmasıyla uluslararası bir nitelik kazanan üretim- tüketim ve bu ticaret anlayışının ruhuna uygun olarak bir düğmeye basmakla başlatılan işlem ancak çok hızlı nakliyat imkânları, yani hava kargo taşımacılığının varlığı ve gelişmesiyle amacına ulaşacaktır.
Ulaşım ve iletişim araçları sayesinde giderek küçülen, küçüldükçe de büyüyen bir evrende yaşamaya başladık. Zaman ve hız faktörü, her geçen gün daha da önem kazanmakta, bu önem, taşıdığı maliyete rağmen fırsat önceliği sağladığından, hava kargo taşımacılığına yönelik ilgi ve talebi arttırmaktadır. Günümüzde hava kargo taşımacılığı çok hızlı değişim ve gelişim içerisindedir. Zaman ve hız faktörünün çok önemli olması nedeniyle, hava ulaşımının süratli, rahat ve emniyetli oluşu ve bu sahadaki dünya teknolojisinin sürekli ve hızlı bir şekilde gelişim içinde bulunması, diğer ulaşım araçlarına nazaran kargo taşımacılığında hava taşımacılığının önemini daha da artırmış ve dünyadaki gelişmelere paralel olarak ülkemizde de bu alanda kısa sürede büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Globalleşme sürecinde havayolu taşımacılığındaki gelişmelerin de stratejik önem kazandığı bilinmektedir.
Uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan istatistiklere göre havayolu kargo taşımacılığı dünya ölçeğinde yıllık ortalama %6-7 oranında büyüyecektir. Bununla birlikte son yıllarda hava kargo ile taşınan malın cinsi ve kompozisyonu da değişmektedir. Örnek olarak, 1980’li yıllarda havayolu ile taşınan kargo, her türlü yiyecek malzemesi, deniz ürünleri, gazete, lüks giyim eşyası, ilaç ve yedek parça idi. Bu bileşim, 1990 sonlarında nitelik değiştirerek, makine parçaları, elektronik, high-tech enstrümanları, çiçek, canlı bitki, balık ve deniz ürünleri, araba yedek parçaları, foto aparatları, ayakkabı ve pek çok dayanıklı tüketim malzemesi taşınan malların ağırlığını oluşturmaya başlamıştır.
Böylece, uluslararası ticarette taşınan mallarda hava yolunun payı giderek artmaktadır. Türk hava kargo taşımacılığı da, dünyadaki bu gelişmeye paralel olarak, son 10 yılda önemli bir gelişme kaydetmiştir. Ülkemizde sanayinin gelişmesi, özellikle tekstil, elektronik, makine ve ekipmanları, bilgisayar, otomotiv, ilaç konularında sanayileşme ve çiçekçiliğin gelişmesi hava kargo taşımacılığı ihtiyacını ve kullanımını arttırmıştır.
Bilindiği gibi yolcu uçaklarında kargo taşımacılığı, sadece kargo uçaklarında kargo taşımacılığı, entegre (kargo ve ekspres)  taşımacılığı ve forwarderler her geçen gün daha fazla büyüyen ve heterojen bir yapıya sahip olan bu endüstrinin dört ana bileşenini oluşturmaktadır.
Gelecekte AB’ye tam üye olacak olan Türkiye’nin tarihi ve kültürel bağlarının bulunduğu Türk Cumhuriyetleri, Orta Doğu, Balkan ülkeleri ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’na açılacak kapı ve önemli bir transit ülke durumuna geleceği düşünülmektedir. Bu ise Türkiye ve AB üyesi ülkeler ile bu ülkeler arasında direkt ve bağlantılı hava kargo trafiğini önemli oranda arttıracaktır.
Şurası unutulmamalıdır ki; taşımacılık büyük ölçüde coğrafyaya bağlıdır. Küreselleşme hangi muazzam ölçüye ulaşırsa ulaşsın, malın noktalar arasında taşınmasını gerektirir. Bu ise, aynı teknolojiyi kullanan ülkeler arasında belli bir pazara yakın olanlara avantaj sağlar. Türkiye bu avantaja sahiptir. İşte bu noktada, yabancı sermayeyi teşvik ederek yatırımlarını ülkemize çekmek hava kargo açısından potansiyel yaratacaktır. Buna paralel olarak da, genelde taşımacılık sektörü ve özelde hava kargo taşımacılığı sermaye ve teknoloji boyutlarında desteklenerek yukarıdaki amaçla bütünleştirilmelidir. Öte yandan mükemmeli hedefleyen bir taşımacılık anlayışında; nakliyatta kesintisizliğin yalnızca alt yapı olarak değil, yasal altyapı olarak da uluslararası anlayış ve standartlara kavuşması gerekir.
Ülkemizde 2002 yılı iç hat-dış hat toplam kargo trafiği 880.133 ton, 2003 yılı  931.191 ton 2009 yılında 1 milyon 726 bin 345 ton olmuştur. 2010 yılında ise yaklaşık 2 milyon ton olması beklenmektedir. Çok önemli bir ticari kavşakta bulunmasına rağmen ülkemizdeki toplam hava kargo tek başına Dubai Havaalanı’ndan taşınan kargonun çok altındadır.
Ülkemizde hava kargo taşımacılığının istenen düzeyde olmamasının en önemli nedenlerinden birisi de hava kargo taşımacılığı için çok önemli olan zaman ve hız faktörünün ön planda tutularak ICAO Annex (Ek)-9’da belirtilen uluslararası standartlarda yasal bir alt yapının oluşturulamamasıdır. Ülkemiz hava alanlarında transit aktarmada yolcuların çok kolay ve kısa süre içerisinde uçak değiştirip yoluna devam etmesi sağlanırken hava kargo taşımacılığındaki aktarmaların gümrük mevzuatından veya uygulamadan  kaynaklanan önemli bürokratik engellerlerinin olduğu bilinmektedir. Ülkemizin de uygulamak zorunda olduğu Ek-9’a göre hava kargonun antrepoya girdikten sonra en geç 4 saat içerisinde sahibine teslim edilmesi ve buna uygun idari ve yasal alt yapının oluşturulması tavsiye edilmiştir. Bizim AB’ye uyumlu olduğu söylenen gümrük mevzuatımızın ya yanlış yazıldığı ya da uygulama da bir yanlışlık olduğu anlaşılmaktadır. Hava kargo taşımacılığı için gerekli cesareti göstererek bu işe girenlere nasıl bir zulmün yapıldığının en yakın şahitlerinden birisi olarak her şeye rağmen müteşşebislerimizin harikalar yarattığını söyleyebilirim. Hatta çeşitli engellemeler nedeniyle zaman zaman bazı kargoların kara yoluyla Bulgaristan veya Yunanistan’a taşınarak bu ülkelerden kargo uçaklarına yüklendiğini de biliyoruz
Halen, 23’ü uluslararası trafiğe açık olmak üzere, 67 havaalanının sivil trafiğe açık bulunması ve bu hava alanlarının büyük bir çoğunluğunun hava kargo taşımacılığı konusunda geliştirilmeye müsait olması, milli havayolumuz THY’nin yurt dışında 130 noktaya tarifeli sefer, 16 özel hava yolu şirketimizin yurt dışında 125 noktaya seferler düzenlemesi ve yurt dışından ülkemize 70 havayolu şirketinin tarifeli, 400 hava yolu şirketinin charter seferler düzenlemesi, ayrıca THY, MNG, ULS ve ACT Havayollarının kargo taşımacılığı yapması, Türkiye’de ithalat ve ihracatın artması ile ithalat ve ihracatta sanayi ürünlerinin oranının yükselmesi, Türkiye’nin komşu ve bölgesindeki ülkeler ile ticaretinin artması, ülkemizde tüm taşıma modlarının mevcut olması veya yapılabilir olması, dünyada hava kargo taşımacılığı ve lojistik konusunda söz sahibi olan TNT, UPS, DHL ve Fedex gibi uluslararası lojistik şirketlerin ülkemize gelmesi, SHGM’den yetki belgesi alan kargo acentelerinin geçen her gün güçlenerek faaliyet göstermesi bu konudaki önemli avantajlarımızdır.
Ancak; hava kargo taşımacılığı için nüfus yoğunluğu, coğrafi özellikleri, sanayi ve ticaret merkezlerinin sayısı ve büyüklüğü, kredi ve finans kurumlarının gelişmişliği, turizm potansiyeli, tarihsel ve kültürel birikimleri, vb. açılardan üs olmaya çok müsait olan Atatürk Havalimanı’nın bu konudaki gelişmeye müsait olmaması, hava kargo taşımacılığı konusunda faaliyet gösteren acentelerin işletme yönetimi zaafları, etkinlik ve verimlilik problemleri ile eğitilmiş ve sertifikalandırılmış personel açığı, lojistik sektörünün dolayısıyla da hava kargo acentelerinin hukuksal alt yapısının bulunmaması, bunun sonucu olarak da faaliyet gösteren şirketlerin mali yapısı ve hizmet kalitesinin yeterince denetlenememesi, lojistik sektörünün dolayısıyla da hava kargo acentelerinin depolama, dağıtım ve depo yönetimi gibi konulardaki eksikliği, hava kargo taşımacılığı konusunda havaalanlarına deniz, kara ve demiryolu bağlantılarının yetersizliği önemli sorunlarımızdandır.
Asıl önemlisi hava kargo taşımacılığında üs olmuş ülkelerde görüldüğü gibi havaalanlarıyla her türlü ulaşım bağlantıları kurulmuş “kargo köyleri”nin (cargo village) oluşturulmaması ve kurulacakları bölgenin ekonomisi ve istihdamına çok önemli katkı yapabileceği gerçeğinin farkında olamayan  yerel yönetimlerin bu konudaki ilgisizliğidir. Oysa; havaalanlarıyla her türlü ulaşım bağlantıları kurulmuş kargo köylerinin (cargo village) kurulması, hava kargo acentelerinin kargonun paketlenmesi, etiketlenmesi ve elleçleme  işlemlerinin yapılabilmesi için yerlerin (warehouse) tahsis edilmesi ve sektör için gerekli olan alt ve üst yapının kurulması halinde sektörün, Türk ekonomisine önemli katkı sağlayacağı değerlendirilmektedir. Hava kargo konusunda hizmet veren tüm kurum ve kuruluşların bu kargo köylerinde hizmet vermesi sağlanarak, kargonun giriş-çıkışında zaman ve hız faktörü de ön planda tutularak bürokrasi asgariye indirilmelidir.
Bu amaç için, SHGM’nin olağan üstü gayretleri sonucu hazine tarafından Atatürk Havalimanı’na tahsis edilmesi sağlanan yaklaşık 1 milyon metrekare arazi üzerinde ivedilikle örnek bir kargo köyü kurulması büyük önem taşımaktadır. Kargo köyü modelinin ülkemiz gündemine SHGM tarafından getirilmiş olmasına rağmen; bu model örnek alınarak kara ve demiryolu taşımacılığı için onlarca lojistik kargo köyü kurulmuş olmasına rağmen halâ hava kargo için tek bir örnek bile yaratılamamış olunmasını büyük bir üzüntüyle çok önemli bir eksiklik olarak görüyorum.
Öte yandan, 2003 yılında yapılan ICAO 5. Hava Ulaştırma Konferansı’nda hava kargo taşımacılığının serbestleştirilerek tüm hava kargo hizmetleri için pazara erişimin kolaylaştırılması kararı ve buna  parelel olarak 2009 yılında yapılan son Ulaştırma Şurası’nda alınan karar gereğince bu amaca uygun hava alanlarımızın  ivedi olarak tespit edilerek hava kargo taşımacılığı için karşılıklılık ilkesi çerçevesinde “open-sky” ilan edilmesi gerekmektedir. 2003 yılında iç hat yolcu taşımacılığının serbestleştirilerek havayolu işletmelerimizin pazardan daha çok pay almalarının sağlandığı gibi aynı şekilde hava kargo taşımacılığının da serbestleştirilerek, Türk havayolu taşıyıcılarının pazardan  daha çok pay almalarının sağlanması büyük önem taşımaktadır.
Başta hava kargo taşımacılığı olmak üzere lojistik sektörünün bilinen sorunlarının çözüme kavuşturularak önünün açılması halinde, bu sektörün kısa vadede Türk ekonomisine yılda 12 milyar dolar, uzun vadede ise  en az turizm gelirlerimiz kadar katkı sağlayacağı  bu konunun ilgilileri tarafından ifade edilmektedir.
Yukarıda belirttiğim nedenler ve ülkemizin bulunduğu jeostratejik konum, sahip olduğumuz alt ve üst yapı, etrafında bulunan 400 milyon nüfusa sahip pazara hitap etmesi ve bölgesinde ekonomik bir güç olması nedeniyle Türkiye hava kargo konusunda lojistik bir üs olabilir.

TÜRKİYE BÖLGESEL UÇAK ÜRETEBİLİR



Türkiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Nuri Demirağ ve Vecihi Hürkuş tarafından özel sekör eliyle,  Kayseri Uçak Fabrikası’nda ve Türk Hava Kurumu’nun (THK) Etimesgut tesislerinde  kamu eliyle dört kez uçak üretimini  denemiş ancak, yeterli sermaye ve bilgi birikimi ile yasal alt yapının  olmaması sebebiyle bunu başaramamıştır. Türkiye’nin dışa bağımlığını kendi çıkarlarına daha uygun gören güçlü müttefiklerimizin bunu istememesi ve  bilinen diğer nedenler,  bu başarısızlığı kolaylaştırmıştır.
Geldiğimiz noktada; ekonomik büyüklük olarak dünyanın ilk 16 ülkesi içerisinde yer alan, kişi başına düşen milli geliri 10 bin doların üzerinde olan, bölgesinde ekonomik güç haline gelen, havacılık ve uzay sanayii konusunda yetişmiş nitelikli iş gücü ve alt yapısı bulunan ,  geçmişte  başarısızlıkla sonuçlansa da uçak üretimi konusunda bir deneyim yaşamış olan, 2050 yılında nüfusunun yaklaşık 100 milyon olması beklenen  Türkiye’nin, ilk ve orta öğrenimde okuyan 16 milyon öğrencisi ile vatandaşlarının yarıdan çoğunu oluşturan genç nüfusunun uçak ve uzay sanayine uzak kalarak yetişmemesi için  gerekirse her yıl belirli bir miktar subvansiyon sağlayarak uçak üretimi yapmak  zorunda olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca, geçmiş yıllarda TÜBİTAK tarafından hazırlanan Vizyon 2023 Teknoloji Öngörü Projesi, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı  ve 2009 yılnda düzenlenen Ulaştırma Şurası’nda, uçak üretimi  konusu uzun uzun tartışılmış ve bu konu devletin resmi belgelerine de girmiştir. 1990’lı yıllardan başlayarak uçak üretimi konusunu sürekli gündemde tutarak devletin resmi belgelerine ve siyasi otoritenin gündemine, TAİ’nin de büyük katkılarıyla SHGM olarak biz taşıdık. En önemlisi de son zamanlarda gerek sayın Başbakanımız gerekse, Bakanımız sayın Binali Yıldırım tarafından yapılan açıklamalardan bu konunun siyasi otorite nezdinde de kabul gördüğü ve hükümetin gündemine alındığı anlaşılmaktadır. Bu da bize, ne mutludur ki , uçak üretimi bakımından dönüşü olmayan bir yola girildiğini göstermektedir.
Bilindiği üzere Türkiye’nin geniş ve dağlık coğrafi yapısı, karayolu ve demiryolu yatırımlarının yüksek maliyetli olmasına, karayolu ve demiryolu ulaşımında seyahat sürelerinin çok uzamasına yol açmaktadır. Özellikle kış aylarında yolların kapanması gibi sorunlar seyahat sürelerini daha da uzatmaktadır. Ayrıca coğrafi yapımızın kara taşımacılığına çok uygun olmamasına rağmen kara taşımacılığında ısrar edilmesi  sonucu  trafik kazalarında maalesef dünyada ilk sıralarda yer almaktayız. Bu faktörler göz önüne alındığında, ülkemizin iç hatlarda ve komşu ülkelere yönelik hava taşımacılığında gelişme ihtiyacı içinde olduğu anlaşılmaktadır ve  bu ihtiyaç,  üretim için bir fırsattır. Bunun yanı sıra Avrupa, Balkanlar, Ortadoğu, Afrika, Türk Cumhuriyetleri, Rusya, Ukrayna ve diğer Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkelerin bölgesel uçak ihtiyacı da bu fırsatı tetiklemektedir.
Geçmiş yıllarda Türkiye’nin  yürüttüğü  “Her ile  bir havaalanı” politikası çerçevesinde şu anda 46 ilimizde toplam 67 sivil trafiğe açık havaalanı bulunmaktadır.  Havayolu işletmelerimizin filolarında yeterli sayıda bölgesel uçağın  bulunmaması nedeniyle birçok bölgesel (STOL) hava alanımızın yıllarca atıl olarak beklediği de bilinmektedir. Bölgesel ulaşım imkanlarının geliştirilmesi ile bu hava alanlarının ekonomiye kazandırılmasının ortak paydası, havayolu işletmelerinin filosundaki “bölgesel uçakların” sayısının arttırılmasıdır. Bunun için  ise  yerli imkanlarla üretilen  uçak maliyeti daha düşük  olacağından  havayolu taşıyıcıları için daha cazip olacaktır.
Türkiye’nin bölgesel uçak ihtiyacı, bölgesel uçaklara talebin geliştirilmesi, dünya pazarlarında bölgesel uçaklara olan talep, Türkiye’nin geliştirme ve üretim için fırsatları, finansman önerileri ve üretim modelini kısaca değerlendirecek olursak;
şu anda  16 ticari havayolu işletmesinin envanterinde toplam 346  büyük gövdeli uçak, yine 65 hava taksi işletmelerinin filosunda ise 250 küçük uçak bulunmaktadır.
Boeing tarafından yapılan bir çalışmada Türkiye’nin büyük gövdeli uçak ihtiyacının önümüzdeki 15 yıl için 160 ila 180 adet olması öngörülmektedir ve Türkiye’nin 2025 sonuna kadar 12-15 milyar dolar değerinde yeni uçak talebinde bulunmasının  beklendiği ifade edilmektedir. Aynı şekilde Airbus  ise önümüzdeki 20 yıl içerisinde Türkiye ve Avrupa'daki büyüme ve gelişmeler göz önüne alındığında Türkiye'nin 24 milyar dolar değerinde 260'ın üzerinde büyük gövdeli uçak ihtiyacı olacağı ve bu dönemde filonun iki katına çıkacağını tahmin etmektedir. Sonuçları itibariyle aralarında farklılıklar bulunsa da, her iki büyük uçak üreticisi firmanın analizleri de Türkiye’nin uçak filosunun büyüyeceğini ortaya koymaktadır. Ayrıca 2009 yılında yapılan Ulaştırma Şurası sonuç bildirgesinde  2023 yılında toplam 100 geniş gövde, 450 dar gövde ve 200 bölgesel uçak olacak şekilde 750 uçaklık bir yapıya ulaşılması öngörülmüştür.  
Türkiye’nin 81 ilinde sivil trafiğe açık toplam 67 havaalanı bulunmaktadır. Ancak bazı illerde birden fazla hava alanı olduğu göz önünde bulundurulursa, hava alanı bulunan il sayısı 46 dır.  Şu anda 7 hava yolu işletmesinin iç hatlarda 7 merkezden 46 noktaya, dış hatlarda ise 17 hava yolunun 130 noktaya seferler yaptığı bilinmektedir. Ancak kabul etmek zorundayız ki iç hat uçuşlarının tamamına yakını hala büyük gövdeli uçaklarla büyük hava alanları arasında yapılmakta olup halk arasında hava dolmuş denilen uçuşlar ve çapraz uçuşlar  hala yapılamamaktadır.
Başta uçak üreticisi ülkeler olan  ABD, Brezilya ve Kanada olmak üzere  birçok ülkenin iç hat uçuşlarını sübvanse ettiğini biliyoruz. Türkiye’nin de bölgesel uçak imalatını desteklemek için iç hat ve komşu ülkelere bölgesel uçaklarla yapılacak uçuşları sübvanse etmesi gereklidir.

Bilindiği gibi, 1990’lı yıllara kadar kullanılan bölgesel uçakların tamamına yakını sadece turboprop iken 1990’ların sonlarına doğru ise bölgesel uçaklarda turbopropların yerini jetler almaya başlamıştır. Dünyadaki havayolları işletmelerinde özellikle 1970 – 2000 yılları arasında üretilmiş çok çeşitli tiplerde bölgesel uçaklar kullanılıyor olmasına rağmen, günümüzde  sadece üç bölgesel uçak üreticisi firma ayakta kalabilmiştir. Brezilya’dan Embraer, Kanada’dan Bombardier ve Avrupa’dan ATR.
Yapılan bir araştırmaya göre bir bölgesel jet uçağı sunulan koltuk mil başına, Boeing 737-300 uçağına nazaran %50’den daha fazla gelir getirirken, koltuk mil başına işletme gideri ancak %9 kadar daha fazla olmaktadır. Bölgesel jetler daha yüksek doluluk oranlarıyla işletilebildiğinden, böyle bir durumda işletme karının %26 daha fazla olması mümkün olabilmektedir. Gerek Boeing gerekse Airbus tarafından yapılan araştırmalarda önümüzdeki yıllarda küçük ve orta gövdeli uçaklar ile yapılacak besleyici uçuşların daha karlı ve daha cazip olacağı tahmin edilmektedir.
Boeing firmasının pazar araştırmasına göre, 2024 yılına kadar  3 bin 891 adet yeni bölgesel jet uçağının hizmete gireceği tahmin edilmektedir. Embraer firmasının 30 – 120 koltuk kapasitelerini kapsayan tahminlerine göre ise  2024 yılına kadar 4 bin 600 yeni bölgesel jetin satılacağı beklenmektedir. Rolls-Royce firması aynı dönem için 30 – 50 koltuk kapasitesinde 2 bin 687 adet, 70–90 koltuk kapasitesinde ise 4 bin 853 adet olmak üzere toplam 7 bin 540 yeni bölgesel uçağın satılacağını ve bu uçakların toplam bedelinin 177 milyar dolar olacağını tahmin etmektedir.  Eğer bu dönemde yeni üreticiler ortaya çıkmaz ise bu pazarın tamamı Embraer ve Bombardier firmaları arasında paylaşılacaktır. ATR ise sadece turboprop uçak üretimiyle pazarın küçük bir bölümünden pay alabilecektir.
Bu büyük pazar potansiyeline karşılık dünyada sadece iki, turbopropları da göz önünde bulundurulursa üç üretici bulunmaktadır. Avrupa’da bölgesel jet uçağı üreticisi firma bulunmamaktadır. Rolls-Royce firmasının tahminlerine göre  2024 yılına kadar Avrupa’da 30–50 koltuklu 321 adet, 70 – 90 koltuklu  bin 577 adet yeni bölgesel uçağa ihtiyaç olacaktır. Avrupa’daki genel eğilimin yeni bölgesel jetlere doğru olduğu da düşünülürse, Avrupa ülkeleri bölgesel uçaklarının tamamına yakın bir bölümünü Brezilya ve Kanada’dan temin etmek zorunda kalacaklardır.
Gelecekte Avrupa Birliği’ne tam üye olan Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri, Bağımsız Devletler Topluluğu ve Orta Doğu ülkelerine açılan bir kapı olacağı bilinmektedir. Avrupa ülkelerinin  kamuoyunun büyük bir bölümünde Türkiye’nin Avrupa’dan sadece, büyük ölçüde maddi, beklentileri olan veya iş gücü ihraç eden bir ülke olduğu kanısı yaygındır. Avrupa’nın bölgesel jet uçağı projesi önerisinin Türkiye’den çıkması, Türkiye’nin sadece beklentileri olan bir ülke değil de Avrupa’ya teknoloji ve endüstri alanında da katkılar sağlayan bir ülke olduğunu gösterecektir.
Bölgesel uçakların geliştirilme maliyetleri diğer yolcu ve yük uçaklarında olduğu gibi çok yüksektir. 15-20 milyon dolar satış fiyatıyla pazara sunulacak olan yeni bir bölgesel uçağın geliştirme masraflarının karşılanabilmesi için bu uçaktan en az 500 adedinin satışının gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bombardier firması C serisi bölgesel jetlerin geliştirme maliyetini 2.1 milyar dolar olarak tahmin etmektedir. Embraer firması ise 70–120 koltuk kapasiteli 170 serisinin geliştirmek için bir milyar dolar civarında harcamada bulunmuştur. Bu geliştirme maliyetleri göz önünde bulundurulduğunda özel finansman yöntemlerine ihtiyaç olduğu ortaya çıkmaktadır. Finansmanın bir bölümü Bombardier örneğinde olduğu gibi devlet bütçesinden sağlanmak zorundadır. Bir bölümü ise uçaktaki çeşitli sistemleri (motor, aviyonikler, iniş takımları, vs.) sağlayacak olan şirketlerin riski paylaşması yöntemiyle temin edilebilir. Türkiye bu alana yeni gireceği için risk paylaşım imkanlarının elde edilebilmesi bakımından kavramsal tasarım aşamasının ve pazar araştırmasının tamamı devlet desteği ile yürütülmelidir.
Türkiye’nin önümüzdeki 20 yıllık dönemde Airbus ve Boeing gibi büyük uçak firmalarından 24 milyar dolarlık uçak satın alacağı tahminleri göz önünde bulundurulursa, bir tür ofset uygulamasıyla, bölgesel jet uçağının geliştirme giderlerinin bir bölümünün bu firmalarca ve bunların üreterek Türkiye’ye sattığı uçaklarda kullanılan motorları üreten firmalar tarafından risk paylaşımı şeklinde karşılanması da mümkün olabilir. Zaten bu imalatçı firmalardan bugüne kadar zaman zaman bazı taleplerde bulunduğumuz anlaşılmaktadır. Uçak üretimi için yardım istemek belki de en doğru olanıdır.
Diğer bir çözüm ise uçak üretimi konusunda bilgi birikimi ve teknik alt yapıya sahip olan, TAI önderliğinde, Türk Cumhuriyetleri, Rusya ve Ukrayna’nın da içinde bulunduğu bir ortaklık veya İslam Konferansı Örgütü desteği ile islam ülkelerinden oluşacak bir ortaklık veya özellikle geçmişte uçak üretim tecrübeleri olan Çek Cumhuriyeti, Polonya, Romanya ve diğer bazı Avrupa ülkeleri ile birlikte ortak ihtiyaçları esas alan bir ortak üretim modelinin geliştirilmesi olabilir. Türkiye’yi içine alan böyle bir modelin Avrupa Birliği ve ABD kaynaklarından da finansman bulması mümkün olabilir. Bu proje sayesinde sadece Türkiye değil , diğer Avrupa ülkelerinde de hava-uzay endüstrisi alanında yeni iş alanlarının açılması Avrupa Birliği kaynaklarından da finansmanı kolaylaştırıcı bir faktör olarak değerlendirilmektedir.
Embraer’in E jet serisi bölgesel uçaklarının geliştirilmesi beş yılda tamamlanmıştır. Bombardier’in C serisi bölgesel uçaklarının geliştirilmesi için de beş yıllık bir süre öngörülmektedir. Önceden bölgesel uçak tasarlama ve geliştirme tecrübeleri olan bu firmaların dahi yeni modelleri geliştirmek için beş yıl gibi bir zamana ihtiyaçları olduğu göz önünde bulundurulursa, Türkiye’nin kendi bölgesel uçağını geliştirmek için daha uzun bir zamana ihtiyacı olduğu anlaşılmaktadır. Yeni model geliştirme amaçlı finansman kaynaklarının teminine göre tamamen Türk tasarımı veya yukarıda belirttiğim iş birliği yapılacak ülkeler ve Avrupalı diğer ülkelerle birlikte bir ortak geliştirme/üretim modeli alternatifiyle birlikte değerlendirilmelidir.
Geliştirme sürecinin uzun olması nedeniyle alternatif olarak, lisans altında üretim veya mevcut bir projenin tüm haklarının satın alınması da düşünülmelidir. Lisans altında üretim en az 1 milyar dolar civarında olan geliştirme giderini ortadan kaldıracağı gibi Bombardier ve Embraer’in, Avrupa, Orta Doğu ve başta Rusya Federasyonu, Ukrayna  ve Türk Cumhuriyetleri olmak üzere diğer Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinin pazarına daha yakın olabilmek açısından lisans veya joint-venture anlaşmalarına olumlu yaklaşabilecekleri değerlendirilmektedir. Ayrıca Boeing veya Airbus ile de bu konularda işbirliği yapılabilir diye düşünüyorum.
Ülke menfaatini ve prestijini doğrudan etkileyecek olan bölgesel uçak üretimi konusunda asker- sivil tüm imkanların birleştirilerek seferber edilmesi ve konuya topyekün bakılması zorunludur.  Sivil-asker ayrımı içinde  bir yaklaşım ile bu konunun başarılması mümkün gözükmemektedir. Esasen konuya havacılık-uzay sanayi ve hava aracı üretimi olarak bakılmalıdır.
Ülke ekonomisine yılda en az  2,5 milyar dolar katkı sağlaması beklenen bu projenin, bir prestij projesi olduğu da dikkate alınarak öncelikli stratejik amaçlarımızdan  birisi  olarak belirlenerek  bu konuda daha fazla geç kalmadan ivedilikle çalışmalar başlatılmalıdır. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılı olan 2023 yılında bir Türk uçağının semalarda uçması tüm halkımızın ortak hayalidir.  Araba üretebilir miyiz bilmiyorum. Ama bölgesel uçak üretebileceğimizden eminim. Yeter ki siyaseten karar verilsin ve asker-sivil tüm imkanlar topyekün seferber edilsin.

Türkiye Bölgesel Bir Güç Olabilir mi ?



Hava Aracı Bakım, Onarım ve Yenileme Hizmetleri

Türkiye Hava Aracı Bakım, Onarım ve Yenileme Hizmetlerinde Bölgesel Bir Güç Olabilirmi? (4 ve Son)

Eskişehir Anadolu Üniversitesi ve Kayseri Erciyes Üniversitesi Sivil Havacılık Yüksek okullarında dört yıllık akademik eğitimle teknisyen yetiştirilmesi ayrıca ülkemizin dört bir yerine dağılmış onlarca teknik lisede de aynı konuda eğitim verilmesi nedeniyle bakım konusunda kalifiye iş gücü açısından önemli avantajlara sahip olduğumuz bilinmektedir.

Ülkemizde, Ağustos 2009 tarihi itibariyle, 114 adet THY AO, 175 adet özel hava yollarında olmak üzere toplam 289 adet büyük gövdeli uçak bulunmaktadır. Bu sayının 2009 yılı sonu itibariyle 310-320 adete ulaşması beklenmektedir. Ayrıca, uçak bakım sektöründe 4.865 lisanslı teknisyen olmak üzere çoğunluğunu mühendislerin oluşturduğu, yaklaşık 10 bin kalifiye personel çalışmaktadır. Ülkemizdeki bakım onarım hizmet pazarının Türk uçaklarına yapılan bakımlar da dahil yaklaşık 500 milyon dolar civarında olduğunu biliyoruz.

THY Teknik tarafından Sabiha Gökçen Havalimanı’nda yapılması planlanan Motor Revizyon Merkezi ile HABOM uçak bakım merkezi ve MNG Teknik tarafından yeni yapılacak bakım hangarıyla birlikte Türkiye’nin mevcut uçak bakım kapasitesi iki katına çıkacaktır.

Ayrıca, SHGM’nin TRASECA, D8, KEİ, AFCAC, Akdeniz ve Orta Doğu ülkeleriyle yapılan bölgesel işbirliği toplantılarında ve İkili Hava Ulaştırma Anlaşmaları görüşmelerinde bakım konusunda işbirliklerinin geliştirilmesi yönünde büyük çaba göstermesini takdirle karşılamak lazım.

Uluslararası Hava Taşımacıları Birliği (IATA) tarafından verilmekte olan Havacılık Emniyet Standart Belgesi’ni (IOSA) 9 hava yolumuzun kısa bir süre içerisinde alması ve EASA tarafından SHGM’ye verilen PART-145 Akreditasyonu ülkemizdeki uçak bakım sektörünün uluslararası standartlarda olduğunun en önemli kanıtıdır.

Dünyadaki en büyük bakım onarım merkezlerinin bulunduğu Avrupa’da işcilik ücretlerinin ülkemize göre %20 daha pahalı olması, Batı Avrupa’daki bakım merkezlerinin, kalifiye iş gücü ve lisanslandırmada karşılaştıkları sorunlar, başta Rusya Federasyonu olmak üzere Bağımsız Devletler Topluluğu’nda ise iş gücünün sürekli olmaması ve yaşanan dil sorunu nedeniyle ülkemizin bu konularda da önemli avantajlara sahip olduğu bir gerçektir.

Sonuç olarak;

- Şu anda 70 milyar dolar olan dünya bakım, onarım ve hizmet pazarındaki 500 milyon dolarlık pazar payımızın, kısa vadede 2 milyar dolara, orta vadede 5 milyar dolara uzun vadede ise 10 milyar doların üzerine çıkarılmasının sağlanması,

-İstihdam edilen ve çoğunluğu mühendis ve teknisyenlerden oluşan mevcut 10 bin kalifiye personel sayısının kısa vadede 25 bine orta vadede 50 bine, uzun vadede ise 100 binin üzerine çıkarılması, ülkemiz gelir kaynaklarının çeşitlendirilip yaygınlaştırılması bakımından da önemlidir.

-Son yıllarda, dünya bakım, onarım ve yenileme hizmeti pazarındaki rekabetin, bakım fiyatlarından daha çok, uçakların bakımda kaldığı sürelerin (TAT) kısalığı ve bakım hizmet kalitesinde yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, ülkemizdeki bakım kuruluşlarının, kurumsallaşarak küreselleşmeleri ve nitelikli iş gücüne daha çok önem vererek, rekabet güçlerini artırmaları büyük önem taşımaktadır.

Bunun için de ülkemizde;

• Uçak bakım onarım merkezlerine pozitif ayrımcılık yapılarak gerekli teşviklerin sağlanması ve bu suretle başta Doğu Avrupa, Balkanlar ve Orta Doğu’daki mevcut bakım kuruluşları ile rekabet etme gücünün artırılması,

• Uçak Bakım Onarım merkezlerinin Serbest Bölge statüsüne kavuşturularak bu bölgelere sağlanan her türlü kolaylık ve diğer avantajlardan yararlandırılması,

• Yüksek teknoloji ve nitelikli insan gücü kullanılarak yapılan uçak bakım faaliyetlerinin KOBİ kapsamında değerlendirilerek her türlü teşvikten yararlandırılması,

• Dış Ticaret Mevzuatında “Mal Ticareti” yanında “Hizmet Ticareti”nin de tanımlanarak uçak bakım onarım faaliyetlerinin ihracat kapsamı içerisinde değerlendirilmesi,

• Havacılık eğitimi veren üniversitelerimizde, “ Güvenilirlik Mühendisliği” ve “Bakım Mühendisliği” bölümlerinin oluşturulması,

• SHGM tarfından EASA (JAR/PART- 21) akraditasyonu yetkisinin alınması,

Ülkemizin, hava aracı bakım onarım ve yenileme hizmetlerinde bölgesel bir güç olmasının sağlanması yönünde tetikleyici olacaktır. Bu konu ülke ekonomisi ve nitelikli iş gücü istihdamı bakımından da büyük önem taşımaktadır.

Umarımki bu konu Eylül 2009 ayı içerisinde yapılacak olan 10. Ulaştırma Şurasında da kapsamlı bir şekilde tartışılarak ülkemizin hava aracı bakım onarım ve yenileme hizmetlerindeki temel politikaları belirlenerek kamu oyuna duyurulur.

TÜRK GİBİ BAŞLAMAK... DIŞ GÜÇLER VE KTHY VAKASI



Değer ve marka yaratma özürlüsü olan, sahip olduğu değerleri bir hiç uğruna çok kolayca mundar eden dünyada bizden başka bir toplum var mıdır çok merak ediyorum. Yaşadığınız köy, belde, kasaba veya şehirde sağınıza solunuza bakarsanız bu konuda yüzlerce örnek görürsünüz. Tarihimize bakıldığında, yetiştirdiğimiz az sayıdaki siyasetçi veya aydınlarımıza yaptığımız muameleler konusunda bile bir istatistik çalışması yapılırsa bu konuda dünya ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alacağımızdan eminim. Bu durum gelişmiş bir ülkenin geri kalmış ülke vatandaşı davranışı sergileyen bazılarını mutlu etse de, şahsen ben utanç duyuyorum.

1974 yılının Aralık ayında kurulan KTHY’nin kuruluş amacını, ona yüklenen vizyon ve misyonu yakinen izleyenler bilir. Başta KKTC’deki siyasetçiler ve yöneticiler olmak üzere hep beraber KTHY’yi batırıp gıyabi cenaze namazını kıldıktan sonra elbirliği ile gömmemizin bedelinin ileride çok ağır olacağını defalarca söyledik. Hatta bunun KKTC’nin Rum yönetimi ile yapacağı müzakerelerde elini ne kadar zayıflatacağını ve havacılık konusunda KKTC aleyhine nasıl bir haksız rekabetin oluşacağını yakın dönemde de göreceğiz.

Bir ülke düşünün ki daha kendisinin kuruluş süreci tamamlanmadan bir şekilde kurulmuş bulunan milli hava yolunu kendi elleriyle yok etsin! Komplo teorisi üretenler bu ve buna benzer olayları genellikle “dış güçlere” bağlarlar. Ancak KTHY’nin herkesin gözü önünde “iç güçler” tarafından nasıl yok edildiğini hep beraber izledik.

Bağımsız bir devlet olarak, Türkiye’nin dışında hiç bir ülke tarafından tanınmayan, Birleşmiş Milletler ve onun alt kuruluşu olan Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO)’ne üye olamayan, ambargo uygulanan ve çok ciddi siyasi sorunları bulunan KKTC'nin havayolu, benzer sorunlar yaşayan KTHY'nin, ticari hayatında üç önemli dönüm noktası olduğu anlaşılmaktadır.

KTHY’nin hisselerinin yüzde 50 ‘si THY’ye yüzde 50’si ise KKTC Konsolide Fonu İnkişaf Sandığı’na, yönetim kurulu üyelerinin çoğunluğu THY’ye, hisselerinin tamamı ise kamuya aitti. Türk Ticaret Kanunu kapsamında Türkiye’de kurulan bu şirket; THY içerisinde bugünkü AnadoluJet modeline benzer bir modelle THY’nin bir alt markası gibi 3 uçak üzerine KTHY yazılarak, THY’nin AOC’si (işletme ruhsatı) altında ve THY’nin sefer sayısı, teknik, personel, pazarlama ve finansman desteği ile uçuşlar yapıyordu.

İşler yolunda giderken, Mart 1994’te THY’nin özelleştirme kapsamında olması bahane edilerek KTHY’den nemalanmak isteyen ve asalak ve aç kurtlardan oluşan bir grup, yangından mal kaçırır gibi KTHY’yi THY’den ayırdı. KTHY’nin, 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanunu’na göre işletme ruhsatı alıp Türk tescilli bir havayolu şirketi olarak faaliyetlerini sürdürmesi sağlandı.

KTHY’de çeşitli siyasi katakullilerle yaşanan bu eksen kaymasına, başta o günkü SHGM Genel Müdürü’nün şahsi cansiparane çabaları ve SHGM’nin çok yoğun direncine rağmen engel olunamamış ve böylece ilk büyük hata yapılmıştır.

2005 yılında THY’nin sahibi olduğu hisseleri satmaya karar vermesi nedeniyle bu hisseler, yani KKTC’nin kuruluş hisselerinin tamamı, kamuya ait bir şirkete çeşitli siyasi oyunlarla ve muvazaalı bir şekilde devredilerek ikinci büyük hata yapılmış ve KTHY’ nin bu günlere gelmesinin alt yapısı hazırlanmıştır.

Oysa ki KTHY, Türkiye’de kurulu ve Türk tescilli bir hava yolu şirketi olduğu için Türk havayolu işletmelerinin sahip olduğu tüm ticari, iç ve dış hatlardaki trafik haklarına sahiptir. Şirket aynı zamanda da yıllık turizm potansiyeli 3 milyona yükselen KKTC’deki tüm ticari ve trafik haklarına sahip olduğu için mevcut diğer Türk şirketlerine göre daha avantajlı durumdaydı. Esasında, KTHY yeniden yapılandırılarak çoğunluk hisseleri özel sektöre satılıp, gerçek anlamda özelleştirilebilir veya hisseleri Sermaye Piyasası Kurulu’nda halka arz edilebilirdi.

Tüm tecrübem şunu göstermiştir ki, mali yapısı ne kadar güçlü olursa olsun peş peşe yapılan siyasi ve teknik hatalar zincirine hiç bir havacılık işletmesi dayanamaz. Görüldüğü gibi havacılığa ne zaman siyaset karıştırılmış veya devrine göre siyaseten havacılık yapılmaya çalışılmışsa sonu hep hüsran olmuştur. Geriye dönüp baktığımızda Türk havacılık tarihi, bunun acı örnekleriyle doludur.

Geldiğimiz noktada havacılık konusunda dünyada ve ülkemizde özellikle de iç hatlarda yaşanan serbestleşme, yanlış özelleştirme, kötü yönetim, sendikaların olumsuz tutumu ve siyasetçilerin arpalık olarak kullanma ısrarları nedeniyle mali sıkıntıya giren ve gerçek borcu ne KKTC ve KTHY ne de Türkiye tarafınca bilinen, bir rivayete göre 120 milyon dolar başka bir rivayete göre ise 43 milyon dolar borcu olan KTHY yeniden yapılandırılabilirdi.

Yeni bir iş planı hazırlanarak, sendika ve çalışanlarla da işbirliği yapılarak mademki personel azaltılmasına gidilemiyor filosundaki uçak sayısı artırılarak borçları döndürülebilir hale getirilebilirdi. Lessor’lere olan borçların yapılandırılması yerine elindeki mevcut uçakların aceleyle iade edilmesi KTHY’yi büyük bir çıkmaza sokmuştur.

Şirketin, kamunun hastalığından kurtarılıp siyasi arpalık olması engellenebilir ve birçok sendikanın KTHY’nin omuzuna basarak sendikacılık yapmasının önüne geçilebilirdi.Ama ne yazıkki kurtarılması için sadece yaklaşık 10 milyon dolar sıcak paraya ihtiyaç duyulan şirketin batırılması için en az 150 milyon dolar zararın göze alınmasını anlamak mümkün değil.

Ciddi hiç bir fizibilite çalışması yapılmadan veya hiç bir danışmanlık hizmeti alınmadan aceleyle şirketin kapatılması yalnızca havacılık açısından değil, Türk dış politikası ve siyaseten de tarih önünde hesabı verilemeyecek büyük bit hatadır.

Oysaki Airport TV’de yaptığımız Fikir Fırtınası programında defalarca bu konuları tartışarak çözüm üretmeye çalıştığımız tüm havacılık kamuoyu tarafından yakinen bilinmektedir.

Asıl anlamakta güçlük çektiğim diğer bir konu ise Türkiye’nin anlı şanlı iki büyük hava yolu şirketi olan Pegasus ve AtlasJet’in KTHY olayına koşar adım gözü kapalı bir şekilde bulaşıp ileride KTHY’nin batış tarihini yazacak olanlara malzeme olmalarıdır. Her iki şirketimizin de KTHY’nin batırılma sürecinin birer parçası olmasının bu şirketlerimize zarar verdiğini ve vermeye de devam edeceğini düşünüyorum.

Herkes elini vicdanına koysun, bizim Kara Murat Cüneyt Arkın bile sevgilisini sarayın zindanından kaçırabilmek için yüzlerce insanı kılıçtan geçirmek zorunda kaldığı için kan gövdeyi götürüyordu. Peki adama sormazlar mı sizin kilitli kasanızdan teklif mektubunuz hiç kimsenin burnu dahi kanamadan nasıl kayıp oldu? Bu acı bir komedidir.

KKTC Hükümetinin THY’ye ümit bağlayarak yeni bir hava yolu şirketi kurabileceklerini düşündüklerini basından izliyoruz. Ancak altını önemle çizmek isterim ki hisseleri Sermaye Piyasası Kurulu’nda işlem gören ve Star Alliance üyesi olan THY’nin artık KTHY’ye bulaşması pek mümkün görünmüyor.

Kaldı ki, SHY-6A yönetmeliğinin Kurucu ortaklar, hissedarlar, dolaylı ortaklar, temsile yetkili yöneticiler başlıklı 12.maddesi;

“ (1) İşletmenin gerçek ve tüzel kişi kurucu ortakları, IMKB’de işlem gören hisseleri hariç mevcut gerçek ve/veya tüzel kişi hissedarları ile tüzel kişi hissedarların dolaylı paya sahip gerçek kişi hissedarlarının, tüzel kişiliğini temsile yetkili yöneticilerinin;
a) Ticari Hava Taşıma İşletmeciliği faaliyetinde bulunurken müflis veya konkordato ilan etmiş olması,
b) İşletme ruhsatı iptal edilmiş herhangi bir havayolu şirketinde son iki yılda doğrudan veya dolaylı olarak pay sahibi ve/veya yönetim kurulu üyesi veya son bir yılda sorumlu yönetici olmas halinde”...
bunların kuracağı her hangi bir hava yolu şirketine İşletme Ruhsatı verilemeyeceğini hükme bağlamıştır.

Bu nedenle, kısa ve orta vadede KTHY’nin ortaklığıyla veya 120 milyon dolar olduğu söylenen borca sırtınızı dönerek, devlet eliyle muvazaa yapılarak başka bir isim veya ortaklıkla herhangi bir hava yolu şirketi kurulması, etik olarak yanlış, yasal olarak da katiyen mümkün değildir.

Şu anda havacılık sektöründe çalışıp da, daha önce çalıştığı herhangi bir havacılık şirketinden alacağı olmayan kader mahkumu personel yoktur. KTHY’deki kader mahkumu personelin mağduriyeti ve özellikle de çalışanlar arasında Türk, KKTC vatandaşı ayrımcılığı yapılması bu noktada üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Havacılığımızın yüz karası, kanayan yarası ve kangren olmuş bu “alacaklar sorununu”, daha sonraki bir yazımda detaylı şekilde ele alacağım.

Çok doğru bir strateji belirlenerek alınan karar sonucu, Türk gibi(!) başlanarak kurulan ve 2005 yılında toplam değeri 65 milyon dolar olarak tespit edilen, son olarak 6 uçakla operasyon yapan; taa Osmanlıdan gelen siyasi ve politik gerekliliklerin şuuruyla dünden bugüne Türkiyenin ortaya koyduğu refleks doğrultusunda SHGM’nin, her tökezinde elinden tutup yaşaması için daima iyi niyetle yaklaştığı KTHY’yi, bu sona mahkum eden ve bu konuda sorumluluğu bulunan herkese birer “şeref madalyası” takarak vicdani sorumluluğuyla baş başa bırakmak gerekir. 

TEK AVRUPA HAVA SAHASI



Tek Avrupa Hava Sahası –TAHS (Single European Sky- SES), Avrupa hava sahasında artan hava trafiğine en emniyetli ve en az gecikmeyle hizmet sağlanabilmesi amacıyla milli hava sahası sınırlarına bağlı kalmaksızın hava trafik akışına uygun, ortak bir Avrupa hava sahası düzenlenmesine yönelik yaklaşımdır. Avrupa çapında uygulanması düşünülen, güçlendirilmiş emniyet ve verimliliğe sahip, hava sahasının daha etkili kullanımını sağlayacak, gecikmeleri azaltacak ve yolculara gelişmiş hizmet sunacak olan bir uygulamadır.
TAHS’ın temel amacı  hızlı trafik artışını da dikkate alarak, Avrupa hava sahasında uçuş emniyetinin en üst seviyede muhafaza edilmesiyle birlikte, hava sahasının optimum kullanılmasına imkan sağlamaktır. Temel prensip ülkeler arasında eşgüdümü artırmak, sivil asker işbirliğini geliştirmek ve sistemlerin birlikte işlerliğini sağlamaktır.
TAHS ile Avrupa’nın tamamında birbiriyle uyumlu çalışan, benzer fonksiyonlara haiz, entegre bir hava trafik sistem alt yapısı hedeflenmektedir.  Bunun için de; hava sahasının sınıflandırılması, Avrupa için tek üst uçuş bilgi bölgesi oluşturulması, hava sahası  tasarımı, fonksiyonel hava sahası bloklarının tesisi ile hava sahası düzenlemelerinin yapılması gerekmektedir.
Avrupa hava sahasındaki hava trafiğinin hızla artması münasebetiyle,  sivil hava taşımacılığında meydana gelen gecikmelerin tahammül edilemeyecek düzeye gelmiş olması AB Komisyonu’nu hava trafik yönetimi konusunda bir reform kararı almak zorunluluğu ile karşı karşıya bırakmıştır. Trafik akışının hızlandırılması, can ve mal emniyeti ile uçuş emniyetinin en üst seviyede sağlanması amacıyla; uçuş emniyetinin arttırılması, kapasitenin arttırılarak etkin hava trafik yönetiminin sağlanması, yüksek verimlilik ve  gecikmelerin azaltılması amacıyla TAHS çalışmaları 2000 yılında başlatılmış olup, AB’nin EUROCONTROL ’e 2002 yılında aday üye olmasıyla hız kazanmıştır.
TAHS mevzuat geliştirme ve uygulamalarının takibinden Avrupa Komisyonu sorumlu olup, EUROCONTROL teşkilatı teknik çalışmaları yapmak üzere görevlendirilmiştir.
Bu bağlamda başlatılan çalışmalar 2004 yılında 4’lü mevzuat paketinin AB Konseyi  ve Parlamentosu tarafından onaylanması sonrasında TAHS projesi hayata geçirilmeye başlanılmıştır. 2005 yılı toplam Avrupa hava trafik sayısı 8.5 milyon 2009 yılında 9.4 milyon, olarak gerçekleşmiştir. 2020 yılında ise bu sayının 15.8 milyon olacağı tahmin edilmektedir.
Bilindiği gibi günümüzde her ülke kendi hava sahasının hava trafik kontrolünü yapmakta olup, organizasyonel düzenlemeler ve kurallardaki farklılıklar trafik akışını ve düzenini etkileyen tutarsızlıklar oluşturmaktadır. Bu durum TAHS kapsamında; ulusal bölgelere karşılık gelen Avrupa üst uçuş bilgisi bölgesi oluşturulması, organizasyonel yapıların uyumlaştırılması, hizmetlerin her yerde aynı standartlarda yürütülmesi, üst hava sahasının ulusal sınırlardan bağımsız olarak “Fonksiyonel Hava Sahası Blokları” (FABs) şeklinde yeniden organize edilmesi ve hava sahası sınıflandırmalarının uyumlaştırılması, hava alanlarının kapasitelerinin artırılması yöntemleri ile çözülmek istenmektedir.
Mevcut yapı içerisinde tüm Avrupa’da askeri sebeplerden dolayı uçuşlara kapalı, yasaklanmış, sınırlı, geçici tecrit edilmiş ve tehlikeli diye sınıflandırılmış hava sahaları bulunmaktadır. Hali hazırda, Avrupa’da 500 civarında böyle tecrit edilmiş üst hava sahası bulunmaktadır. Bu hava sahalarının birçoğu günün bir bölümünde kullanılabilecek iken, kullanılamamaktadır.
 Ayrıca askeri eğitim uçuşları sebebiyle bazı hava sahaları sivil uçuşlara kapalı bulunmaktadır. Bu yüzden sivil uçuşlar daha uzun yollardan yapılmakta ve bu da yakıt tüketiminin, zamanın ve maliyetlerin artmasına yol açmaktadır. TAHS’ın ana konularından olan sivil-asker işbirliği ile bu sorunların aşılması umulmaktadır.
Yukarıda bahsi geçen problem ve çözümler kapsamında ; Avrupa Parlamentosu ve Konseyi tarafından benimsenerek, 31 Mart 2004 tarihinde yayımlanan ve 20 Nisan 2004 tarihinde yürürlüğe giren TAHS AB mevzuat paketinde yer alan;
549/2004 sayılı Çerçeve Tüzük;TAHS oluşturulmasına yönelik idari, teknik ve prosedürlere ilişkin genel çerçevenin,
550/2004 sayılı Hizmet Sağlama Tüzük; TAHS hava seyrüsefer hizmetlerinin sağlanmasına yönelik prensiplerin,
551/2004 sayılı Hava Sahası Tüzüğü; TAHS hava sahasının düzenlenmesi ve kullanımına yönelik prensiplerin,
552/2004 sayılı Birlikte İşlerlik Tüzüğü; Avrupa hava trafik yönetim ağı içinde; sivil ve/veya askeri hava trafik sistem alt yapılarının birlikte işlerliğinin ve prosedürlerin harmanizasyonunun sağlanmasına yönelik prensiplerin belirlenmesini kapsar.
TAHS ile ; hava seyrüsefer hizmetlerinde, Avrupa hava sahasının en iyi şekilde kullanımına olanak sağlayan, tutarlı ve üst düzeyde emniyet, AB ile EUROCONTROL arasında işbirliği, gerekli askeri faaliyetler için koruyucu hüküm, Avrupa hava sahasının Avrupa ülkelerini kapsayacak şekilde genişletilmesi, düzenleyici, hizmet sağlayıcı ve denetleyici otoritelerin birbirinden ayrılması, hava trafik hizmetlerinin tekelden rekabete açılması, raporlama sistemi, hava sahasının sivil ve askeri kullanıcıları arasındaki işbirliği, TAHS komitesinde, hava sahasının askeri kullanıcılarının menfaatlerinin temsili en üst seviyede düzenlenmiştir.
TAHS’da mevcut hava sahaları yerine fonksiyonel hava sahası bloklarında fayda-maliyet esasına dayalı ücretlendirme politikası izlenmektedir. Hem yol hem de terminal seyrüsefer hizmetlerinin bu kapsama dahil edilmesi hedeflenmektedir.
Türkiye'nin TAHS projesine  karar mekanizmasında yer alması koşuluyla  katılım sağlanmasının,  bu mümkün olmadığı takdirde; katılımın AB tam üyeliği ile birlikte gerçekleştirilmesinin uygun olacağı yönünde yürütmekte olduğu politikasının doğru olduğu ve bunun  devam ettiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca, TAHS’ın uygulanabilmesi için komşularımızla FIR problemlerimizin siyasi olarak çözüme kavuşturulması büyük önem taşımaktadır. Daha öncede ifade ettiğim gibi gerek EASA’ya tam üyeliğimiz gerekse de TAHS projesine katılımımız konusundaki temel sorun, teknik değil siyasidir.
 Son olarak geçen hafta Erzurum’da sayın Başbakanımız ile Yunanistan Başbakanı arasında sert atışmalara neden olan Kıbrıs ve Ege FIR sorunun AB’deki havacılık ile ilgili gelişmeleri izlememiz bakımından elimizi kolumuzu bağladığı gerçeğini de kabul etmemiz lazım. AB’ye tam üye olmayı hedefliyorsak ve Avrupa ile birlikte havacılık yapmaya devam edeceksek her iki sorunun da çözüme kavuşturulması zorunludur. Türkiye’nin, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu güne kadar Avrupa ile birlikte havacılık yapma tercihinde hiç bir sapma olmamıştır. Arkamızı Avrupa’ya dönerek havacılık yapamayacağımıza göre, geçen her günün aleyhimize geliştiğini ve bu konulara ilişkin sorunlarımızın büyüyerek çözümünün zorlaştığını belirtmek isterim.
Türk hava sahasındaki uluslararası standartların da çok üzerindeki sivil / askeri hava trafik artışı, iç hatların serbestleştirilmesi sonucu sivil havacılık sektöründeki büyüme hızı, Avrupa hava sahası içinde yer almamız, AB’ye üyelik sürecimizin devam etmesi göz önüne alındığında, TAHS’ın yasal alt yapısının oluşturulması ve hava trafik teknik alt yapımıza yönelik çalışmaların düzenli olarak sürdürülebilmesinin zorunlu olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu arada Türkiye’nin, TAHS projesini yakinen takip etmekle birlikte kendi hava sahasını yeniden düzenleyerek transit ve iç hat uçuşlar için  uçuş  koridorlarını mümkün olan en kısa mesafeye indirerek ülke havacılığına, turizmine ve ekonomisine en üst seviyede katkı sağlaması gerekmektedir.
1990’lı yıllarda soğuk savaşın sona ermesi sonrası bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de askeri hava alanları sivil trafiğe açılmış ve böylece,  sivil trafiğe açık havaalanı sayısı 67’ye ulaşmıştır. Ancak hava sahamızın esnek kullanımı konseptine ilişkin bazı iyileştirmeler yapılmakla birlikte bunun yeterli olduğu söylenemez. Bu konsept ile hava sahalarının sivil veya askeri hava sahaları olarak ayrılmaları yerine bütün olarak ele alınması amaçlanmaktadır. Bu amaç gerçekleştirilirken, hava sahalarının gerçek ihtiyaçlara göre ve mümkün olduğunca kalıcı hava sahası ayrımından kaçınılarak, hava sahası planlaması ve yönetimine ilişkin ortak kurallar ve standartlar tanımlamak gerekmektedir.
Yine  dünyadaki havayolu ulaşımı gelirlerinden en üst seviyede  pay alabilmek için ülkeler, seyrüsefer sağlayıcıları ve havayolu işletmeleri arasında, yoğun bir rekabet yaşanmaktadır. Bu nedenlede temel hedef, daha çok trafiğe hizmet verebilmek için ülke hava sahasının  optimum kullanılmasıdır. Bu kapsamda yürütülmekte olan SMART projesinin tamamlanmasına müteakip seyrüsefer hizmetlerimizin kalitesinde çok önemli gelişmeler olacağını düşünüyorum.
Hava sahası kullanıcılarının 2007 yılında yaptığı bir çalışmaya göre, ülkemizdeki uçuş koridorlarının uzunluğu nedeniyle, Türk havayolu işletmelerinin her yıl yaklaşık 300 milyon dolar kayıplarının olduğu ortaya konmuştu. İşletmelerin filolarındaki uçak sayısı  ve İç hatlardaki trafik artışı da dikkate alındığında bu kaybın 500 milyon dolara yükseldiği  anlaşılmaktadır.
Havacılık endüstrinin bu ve benzeri ortak sorunlarının çözüme kavuşturulması konusunda, ilgili sivil toplum örgütlerinin de daha duyarlı olması gerekir. Bu soruna ilişkin, başta TÖSHİD ve TALPA olmak üzere, ilgili tüm sivil toplum örgütlerinin gerekli çözüm önerilerini üretip ilgili kurum ve kuruluşlar nezdinde sürekli girişimlerde bulunması ve konuyu yakinen takip etmesi büyük önem taşımaktadır.  Milli servet heba oluyor ve tüm ilgili taraflar bunu seyrediyor. Bu kadar duyarsızlık olur mu? Bu konuda en büyük kaybı olan THY bu sorunun farkında değil, farkında ise de soruna bu kadar duyarsız kalışına bir anlam vermek mümkün değil.
Bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetleri, SHGM, DHMİ, THY, TÖSHİD ve TALPA arasında gerekli koordinasyon sağlanarak hava sahamızın yeniden düzenlenmesi ve askeri yasak bölgelerin en aza indirilerek uçuş koridorlarının kısaltılması, yani bir başka deyimle, hava sahamızın “sivilleştirilmesi” büyük önem taşımaktadır. 

Ayrıca,Türk hava sahasının daha etkin ve efektif kullanılabilmesi için, hava sahamızın tek bir elden yönetimini sağlamak amacıyla, 2920 ve 5431 sayılı kanunda da ön görüldüğü üzere SHGM bünyesinde “Sivil-Asker Koordinasyon Merkezinin” kurularak sivil ve askeri hava trafik kontrolörlerinden oluşan  “Hava Sahası Yönetim Biriminin” oluşturulması zaruret haline gelmiştir.

Oktay Erdağı: Suçumuz varsa katlanırız





Şu an Saga Havayolları'nda Koordinatör olarak görev yapan Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü (SHGM) eski Genel Müdür Yardımcısı Oktay Erdağı birçok konuda dergimiz Transport'un sorularını cevaplandırdı. Oktay Erdağı, özel sektör ile kamuda çalışmak arasındaki farkın ne olduğundan tutun, Türkiye'nin havacılıktaki gelişimindeki nedenleri, daha da gelişme göstermesi için neler yapılması gerektiğini, küresel ekonomik krizin havacılık sektöründeki etkisini ve Isparta kazası konularda çok önemli açıklamalarda bulundu.
Yaşınız henüz genç olmasına rağmen SHGM'den neden emekli oldunuz?
Ben daha önceden emeklilik kararı almıştım. Ailevi nedenlerden dolayı emekli oldum. Hatta emekli olduğum zaman genel müdür ve sayın bakan, benim emekli olmama çok da sıcak bakmıyorlardı. Kalmamı istiyorlardı. Ama ben beynimde bitirmiştim. Emekli olmaya kararlıydım.
AİLEVİ NEDENLERDEN DOLAYI EMEKLİ OLDUM
Emekliliğinizin Isparta kazası ile bir ilişkisi yok değil mi?
Yok. Ben kazadan önce bu kararı zaten almıştım. Kazanın o zamana denk gelmesi talihsizlik. Tabii haklı olarak kamuoyunda, emekliliğimin kaza ile ilişkisi olduğu yönünde bir gündem oluşturuldu. Ben en sonunda şunu demek zorunda kaldım: "Ben özel nedenlerimden dolayı emekli oldum diyorum, inanmıyor musunuz? Varsayalım ki, kazadan dolayı emeklilik kararı aldım. Kaza sonrası Ulaştırma Bakanlığı'na bağlı 'Kaza-Kırım Komisyonu' oluşturuldu. Bu komisyon çalışmalarına başladı. Eğer kazadan dolayı ayrılmışsam bu da onurlu bir davranış değil midir? Ben ayrıldığım için 'Kaza Kırım Komisyonu' daha bağımsız soruşturma yapabilir." Ama gerçekten de ailevi nedenlerden dolayı emekli oldum.
O dönemde World Focus Havayolları'nda çalıştığınız yönünde iddialar ortaya atıldı

Öyle bir iddia ortaya atıldı. O yalan bir haberdir. Emekli olduktan sonra birçok yerden çalışma teklifi aldım. Birkaç ay aradan sonra havacılık ile ilgili danışmanlık hizmeti veren AMS isimli danışmanlık şirketinde çalışmaya başladım. Çok fazla da çalışmadım. Bu danışmanlık firmasında Türkiye Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği (TÖSHİD) ve Türk Sivil Havacılığını Geliştirme Vakfı'na (HAVAK) havacılık sektörü ile ilgili bazı proje çalışmaları vardı. Onlara katkı yapmaya çalıştım. AMS, hem Türkiye'deki hem de yurtdışındaki havacılık kuruluşlarına hizmet veriyor. Bu işe de emekli olduktan 3 ay sonra başladım.
ÖZEL SEKTÖRÜN İLK KAZASI
Isparta kazası ile ilgili kamuoyuna anlatmak istediğiniz ve anlatamadığınız başka neler var?
Gerek uçak imalatçı firmaları ve uluslar arası sivil havacılık kuruluşları , gerekse ülke sivil havacılık otoritelerinin temel hedefi sıfır kazadır. Bütün yasal düzenlemeler, bütün uygulamalar, bütün denetlemeler, bütün eğitimler bunun üzerine kurulur. Ancak itiraf etmek zorundayız ki; hedef bu ama gerek Türkiye'de gerekse dünyada bu tür havacılık kazalarını tamamen önlemek güç. Türkiye'de bugüne kadar büyük gövdeli 20 uçak kazası olmuş. Dünyada da yaklaşık 300 büyük gövdeli uçak kazası olmuş. Bu uçak kazalarını ben doğal bir afete ve kansere benzetiyorum. Her yıl kanserden dünyada binlerce insan hayatını kaybediyor. Ne yapacağız? Bu ölümlerden Sağlık Bakanı'nı mı sorumlu tutacağız? İşte havacılıktaki kazaları da buna benzer. Bu kaza neden Türkiye'de bu kadar yankı yaptı. Bu kaza Türkiye'de özel sektörün yaptığı ilk kazasıydı. O güne kadar ki kazalar THY'nin kazasıydı. Kazanın oluşumu ile ilgili Kaza Kırım Komisyonu'nun raporuna baktığımızda diyor ki, pilotlar iniş usullerini uygulayamadı ve hata yaptı. Bir şekilde uçak havada parçalansaydı, motorlara bir şeyler olsaydı yani uçakta bir arıza olsaydı o zaman bu tek başına pilot hatası olmazdı. Teknik bir arıza nedeniyle bu uçağın düştüğü yönünde hiçbir belirti yok. Çok haksızlık etmemek de lazım. Pilotlara baktığınız zaman rahmetli kaptan pilotun yaklaşık 10 bin saat uçuşu var. AB ülkelerinde bin 500 saat uçuş yapanı kaptan yapıyorlar. Türkiye'de 3 bin 500 saat uçuş yapanı kaptan yapıyorlar. Kazayı yapan kaptanımızın 10 bin saat uçuşu var. Efendim bu kadar tecrübeli kaptan hata yapmaz mı? Havacılıkta yapar. 1 milyonda bir ihtimalle bir kaza olur. Şu anda gerek Ankara'da gerekse Isparta'da soruşturmalar var. Bu soruşturmaların sonucunda yargı karar verecek. Bizim bir sorumluluğumuz varsa, sonuç neyse katlanırız. Ama dediğim gibi neresinden bakarsanız bakın bu bir pilot hatasıdır. Bu konuda bir bilgi kirliliği yaratıldı. Bu iş böyle büyütüldü.
Pilotun hatası nedir?
Bu tür kazalar havacılıkta bir milyonda bir ihtimalle herhangi bir nedenle olabilir. Herhangi bir nedenle herhangi bir kuralı ciddiye almamaktan kaynaklanır. Baktığınız zaman ilk görünüşte uçağın olması gereken rotada olmadığı görülüyor. İnişe geçen uçağın nerede olması gerektiği belli. Hava alanlarının iniş ve kalkış patenleri bellidir. O uçak orada ise, o zaman da o seviyede olmaması gerekiyor. Yani yere o kadar yakın olmaması gerekiyor. Bunu pilot neden yaptı, neyi eksik yaptı? Neden olması gereken rotasının dışındaydı tabii ki bunu anlamak çok zor. Tabii burada gece uçuşlarının gündüz uçuşlarından çok daha riskli olduğunu da belirtmem gerekir.
Uçağın denetimi ile ilgili bir eksiklik olabilir mi?
Denetlemelerde o uçağın herhangi bir şekilde uçuşunu durduracak uçuş emniyeti ile ilgili birinci derecede bulgular ile mali yetersizliklere ilişkin bulgular bulunamadı. Bu konunun Türkiye'de bu kadar tartışılmasının nedeni özel sektörün ilk kazası olması. Bir de kabul etmemiz lazım Türkiye'de havacılıkla ilgili çok fazla bilinç derinliği olmadığı için, çok fazla uzman olmadığından ve bu konuda kendisini uzman sanan birkaç kişinin tekelinde olduğu için kamuoyunda bilgi kirliliği oluşturuldu. Şu anda yargı süreci işliyor, yargı konuyla ilgili karar verecek. Kim kusurlu kim kusursuz.. Herkes yargıya saygılı olmak zorunda. Bu tür kazalarla ilgili ilk olarak tüm çalışma hayatımda ilk defa defa böyle bir dava süreci gördüm. Bunun nedeni de bence kamuoyunda bilinçli olarak yaratılan bilgi kirliliği ve özel sektörün ilk kazası olması nedeniyle bundan faydalanmak isteyenlerin, insanların kan ve göz yaşları üzerinden reyting veya başka menfaatler sağlamak istemesinden kaynaklanıyor.
HAVACILIK TECRÜBE İŞİDİR
Sizin yeterli havacılık eğitimi almadığınız yönünde eleştirilere ne diyorsunuz?
Havacılıkta birebir eğitim diye bir şey yoktur. Havacılıkta tecrübe önemlidir. Bir de havacılıkta hangi okuldan mezun olduğunuzdan daha çok havacılıkla ilgili hangi eğitimleri aldığınız önemli. Sertifikasyon eğitimi çok önemli. Ben SHGM'de 32 yıl çalıştım. Memur olarak çalışmaya başladığım SHGM'deki dört daire başkanlığının her birisinde sırasıyla ikişer kez daire başkanlığı yaptım. Son olarak da genel müdür yardımcısı görevinden emekli oldum. Havacılık emniyeti ve güvenlikle ilgili başta ICAO, JAA, ECAC ve IATA olmak üzere uluslararası kuruluşların hemen hemen tamamından ve ABD'deki George Washington Üniversitesi'nde eğitim aldım. Ben SHGM'de pilotluk yapmıyordum, teknisyenlik yapmıyordum. Ben orada yöneticiydim. Yani havacılıkla ilgili uzman arkadaşları yönetiyordum. Yönetici olmak için de özel bir okul yok. Bu tecrübe işidir. Sonuçta benim ve orada çalışan başka arkadaşların bu kaza nedeniyle sorgulanması için hiç bir neden yok. Benim uzmanlığıma herhangi bir itirazı olan aynaya baksın.
Sizin genel müdür yardımcılığınızın uzmanlık alanı ne idi? Siz hangi alanlarda uzmandınız?
SHGM'de iki genel müdür yardımcısı var. Bütün işler o iki genel müdür yardımcısı arasında dönüşümlü olarak yürütülür. Ben SHGM'de çalıştığım süre içerisinde hava ulaştırması daire başkanlığında etkin görev aldım. Ben asıl o daire de uzmanlaştım. Sonra başka bir daireye geçtim. Orada da havalimanları, yer hizmetleri ve güvenlik konusunda uzun süre çalıştım. Benim asıl uzmanlık alanım bu iki konu olmakla beraber Uçuş Standartlar Daire Başkanlığı ve Hava Seyrüsefar Daire Başkanlıklarını da yürütmek zorunda kaldım.
Kazadan ne kadar sonra görevinizden ayrıldınız?
30 Kasım 2007'de kaza oldu, ben 1 Ocak 2008'de görevimden ayrıldım.
Sonra İstanbul'a geldiniz..
Önce AMS'de çalıştım. Daha sonra My Technic'te danışmanlık hizmeti verdim.
My Technic'ten neden ayrıldınız?
My Technic'in kuruluş aşamasında danışmanlık hizmeti vermeye başladım. Kuruldu ve sistemini oturttu. Zaten şu anda bana orada çok fazla ihtiyaç da kalmadı. Yani ben oranın sisteminin kurulması ile ilgili danışmanlık veriyordum. Bir de Anadolu yakasında olması ve oturduğum yere uzak olması ve ayrıca Saga'dan bana birlikte çalışalım teklifi gelince ayrıldım.
Kamuda çalışmak ile özel sektörde çalışmak arasında ne tür farklılıklar var?
Ciddi fark var. Sonuçta devlette uzun yıllar çalıştığınız zaman devlet kültürü, devlet terbiyesi denen kavram bir şekilde sizi eğitiyor, törpülüyor. Sizi bir kalıba sokuyor. Bunu böyle kabul etmek lazım. Özel sektörün kendine has şartları var, koşulları var. İşin doğrusu ben de alışmaya çalışıyorum. Tam da alışmış değilim. Özel sektör farklı, kamu farklı tabii.
ÖZEL SEKTÖRDE BÜROKRASİ DAHA AĞIR
Kamu ve özel sektör arasındaki en önemli farkın bürokrasi olduğu belirtilir..
Kamuda bürokrasinin çok olduğunu sanarak hep şikayet ediyoruz. Ben şunu gördüm: Özel sektörde daha çok bürokrasi var. Karar alma mekanizmaları özel sektörde çok da kısa değil. Biz SHGM'deki genç ve tecrübesiz o arkadaşlarla harikalar yaratmışız. Sanki özel sektörde daha ağır bir bürokrasi var. Özel sektörün de nev-i şahsına münhasır bir bürokrasisi var. Herhangi bir krizi ve sorunu çözme yetenekleri çok zayıf. Ayrıca, aşağıdan yukarı doğru bilgilendirme akışında önemli sorunlar var.
Ya Ankara ile İstanbul'da çalışmak arasındaki farklar?
Aslında havacılık sektöründe çalışan arkadaşlarla, SHGM'de çalışan arkadaşların birbirini tamamlaması gerekiyor. Yani birbirleri ile bilgi ve belge paylaşımı yapması gerekli. Kabul etmek lazım, şöyle bir sorun var: Ankara'da çalışanlar için daha çok uluslararası kurallar, milli mevzuat, kanun, yönetmelik, talimat, genel kavramlar önemli. Bu nedenle de Ankara'daki arkadaşlar gerek konuşmalarında gerekse çalışmalarında bunları referans olarak seçiyor. İstanbul'daki arkadaşların ise muhteşem bir pratik tecrübeleri var. Ancak mevzuata hakimiyet yönünden sanki biraz sorunlar var. SHGM'deki arkadaşların bilgi birikimi ile sektördeki arkadaşların pratikliğinin harmanlayıp kullanmanın en doğru yöntem olduğunu düşünüyorum.
BOCALADIK AMA 2 YIL İÇİNDE HAKİM OLDUK
Şimdi masanın farklı tarafındasınız. Masanın farklı tarafından bakıldığında sektörün ne tür sorunları var, bu sorunların çözümü için sizce neler yapılmalı?
2001 Türk sivil havacılığı için çok önemli bir yıl. 2001'de Türkiye, Avrupa Havacılık Otoriteler Birliği'ne (JAA) tam üye oldu. O günden sonra Türkiye havacılıkta Avrupa standartlarına yakındı ama standartlar daha da yükseldi. Daha çok dokümantasyona dayalı havacılık yani ne yapıyorsan yaz, yazdığını uygula havacılığına başladı Türkiye. O ilk geçiş döneminde SHGM olarak biz de bocaladık. Yani uyum sağlamakta biz de zorlandık. Ama iki yıl içinde SHGM konulara hakim oldu ve standartlara uyum sağladı. Sektöre baktığımız zaman sektör de uyum sağladı. Ama henüz 'kendi yönetim sistemini ve iç denetim mekanizmalarını oluştur' kavramı tam oturtamadı. Türkiye'deki şirketlerin biraz kurumsallaşma ve küreselleşme sorunları var. Havayollarının sermaye yapılarına ve filo yapılarına baktığınız zaman bunun biraz zaman alacağı görünüyor. Yine de havayolu işletmelerinde de son yıllarda gerçekten önemli aşamalar kaydedildi. Geldiğimiz noktada çok önemli sorunların olduğunu söyleyemeyiz ama hala kat edilmesi gereken yol var.
TÜRKİYE UÇAK İMALATININ MUTLAKA BİR YERİNDE OLMALIDIR
Dünyada krizden dolayı birçok havayolu firması iflas ederken, Türk sivil havacılında aksine sektöre yeni girişler var. Büyüme oranlarına baktığımızda diğer havayolu firmalarına oranla yüksek bir seviyeye sahip. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk sivil havacılığının geçmiş 20 yılına baktığınız zaman dünya standartlarının üstünde bir büyüme gerçekleştirmiş olduğunu görürsünüz. Ancak 2003 yılını unutmamak lazım. Ulaştırma Bakanımız Sayın Binali Yıldırım'ın iç hatları serbestleştirme girişimi ile sektör uluslararası standartların üstünde büyüme gerçekleştirdi. Bu büyümenin devam etmesi lazım. Bunun önünün kesilmemesi lazım. Önümüzdeki 20 yıl içinde dünya havacılığının yıldız ülkelerinden biri olacağız. Bu krizde Avrupa'da 70, dünyada ise 300 havayolu şirketi kapandı. Baktığınız zaman Türkiye'de uçak ve yolcu sayısında büyük artış yaşandığı görülüyor. Bunlar da gösteriyor ki, Türk sivil havacılığı bu krizde en az etkilenen ülke oldu.

Önümüzdeki yıllarda Türk sivil havacılığının gelişmesi için bölgesel havacılığın gelişmesi gerekiyor. Hala havacılık sektörünün üzerindeki vergi yükü çok yüksek. En azından iç hatlarda bölgesel havacılığın gelişmesi için özellikle atıl durumda olan havalimanları var ki, bunların biran önce turizme kazandırılması büyük önem arz ediyor.
Bakım konusu çok önemli. Dünyada uçakların bakım pazarı ortalama 70 milyar dolar civarında. Dünyada 18 bin uçak var, bunların yıllık bakım maliyeti 70 milyar dolar. Türkiye'ye 3-3.5 saat uzaklıkta yaklaşık 3 bin 500 uçak var. Bunların bakım maliyeti ise yaklaşık 18 milyar dolar civarında. Buradan ise Türkiye kendi uçakları dahil aldığı pay 500 bin dolar civarında. SHGM'nin bu konuda çok önemli çalışmaları var. Türkiye bakım pazarından aldığı 500 bin doları en kısa zaman içinde 1 milyar dolara daha sonra da 5 milyar ve 10 milyar dolara çıkarması gerekiyor.
Türkiye'de hava kargo konusunda çok iyi bir potansiyel olmasına rağmen Türkiye'de şu anda yılda 1 milyon 600 bin ton kargo taşınmış. Dubai'ye baktığınız zaman ise tek başına bir havaalanında 3 milyon 800 bin ton kargo taşımış. Türkiye'nin hava kargo konusunda da bir hub olması gerekiyor. Bununla ilgili geçmişte bir çalışma yapmıştık. Türkiye eğer bölgesinin hava kargo ve lojistik üssü olabilirse ekonomimize yılda 7 ila 10 milyar dolar arasında katkısı olur.
Bir diğer konu da, artık Türkiye uçak imalatının bir yerinde olmalıdır. Türkiye'nin nitelikli insan gücü ve jeopolitik konumu itibarıyla en azından bölgesel havacılığa hizmet edebilecek nitelikte 30 ile 100 koltuk kapasiteye sahip uçak imalatının bir yerinde olması gerekiyor. Türkiye, bir finansman modeli oluşturarak bölgesel uçak imalatının bir yerinde olmalıdır. Özelliklede gençlerimizin uçak ve uzay teknolojisiyle içi içe yetişmesi çok önemli.